Asla Kızarmayan Yeşil Domatesler
Her şey birbirimizi gözetleme merakımızla başladı ve şimdi de
doymak bilmez iştahımızla devam ediyor.
Çok değil, bundan 3 - 5 yıl kadar önce hayatlarımızda büyük yer
kaplamıştı “Biri Bizi Gözetliyor” evi ve benzeri programlar. Şu
günlerde ise yine bir programla başlayan ve diğer kanallarda da
mantar gibi türeyerek benzeri progamlarla devam eden yeni bir dalga
var yaşamlarımızda. Evlerimizde, iş yerlerimizde, okullarda, her
yerde dilimizden düşmeyen bu televizyon programları bu defa “yemek”
üzerine olsa da aslında ana tema hiç değişmiyor; insan ilişkileri.
Günün herhangi bir saatinde televizyonunuzun açma tuşuna bastıktan
sonra yine herhangi bir kanalda görme ihtimalinizin çok yüksek
olduğu bu programlar, bir grup insanın bir araya gelerek bir hafta
gibi bir zaman diliminde birtakım faaliyetlerde bulunup bu
faaliyetlerini yine kendi aralarında puanlayarak
değerlendirmelerinden ve sonuçta da en yüksek puanı toplayan
yarışmacının belirli bir miktar para ödülü almasından ibaret. Peki,
nedir bu programları bu kadar izlenir kılan?
Bir yetişkin büyük bir telaşın içinde daha önceden belirlediği bir
menüyü hazırlayarak daha önce hiç tanımadığı insanları evinde
misafir ediyor. Daha sonra bu yetişkin misafirler ev sahibinin
yemeklerinden tadıyorlar. Bu arada “ben onu yemem”, “tuzu yok/çok”
ya da “bu yemek böyle olmaz” gibi eleştirilerden tutun da, “çamura
benziyor” ya da “eve giderken pizza sipariş edeceğim” hakaretlerini
izliyorsunuz. Elbet ev sahibi de yerinde durmuyor ve o da bu
‘eleştiriler’e aynı saldırganlıkla yanıt veriyor. Ve sonuçta ortaya
çıkan şey ekranların başında gözlerinizi kırpmadan şaşkınlıkla
mahkum olduğunuz büyük bir curcuna. Bu kadarla da kalmıyor,
birbirini didikleyen bu insanlar aynı gece içerisinde fasıl
heyetleri eşliğinde birbirleriyle göbek atıyorlar. Başka bir
programda ise yetişkin bekar bir erkek annesiyle birlikte haftanın
herbir günü başka bir bekar genç kadının evinde misafir olup
kendisine eş arıyor. Diğer bir kanalda ise yine yetişkin bekar
erkekler teyzeleriyle birlik yabancı uyruklu ve bekar genç
kadınlarla evlilik yolunda ilerlemeye çalışıyorlar.
Toplumun genelini yansıtmadığı belli olan, türlü oyunlarla göz
boyama rekabetine giren bu tür yarışmalar, insanı yaşadığı toplumdan
yabancılaştırabiliyor. Ekranlar, kültürel görgü kurallarının hiçe
sayıldığı, sofrada yemek yeme adabının hiç edildiği, eleştirilerin
sınırsızca ve düzeysizce sıralandığı birer sirk meydanına
dönüştürülüyor. İnsanların bir araya gelip bir tür gösteri
yaptıkları oldukça aşikâr. Bir kutunun içinde yatmakta olan genç
kızı kestiği varsayılan sihirbazlar gibi insanlar birbirlerine
çeşitli biçimlerde saldırarak bir nevi gösteri yapıyorlar. Ve
gösteri dünyasının en ilgi çekici, en heyecan verici yöntemi olarak
saldırganlık, bu sefer başka bir boyutuyla karşımıza çıkıyor.
Saldırganlık bu tip programların temel sorunu. Bu noktada
saldırganlığı sadece fiziksel anlamda birine yöneltilen eylem gibi
düşünmemekte fayda var; bu tarz programların geneline yayılmış bir
sözel ve imalı saldırganlık söz konusu. Programa katılan insanlar
birbirlerine çamur atmak diye nitelendirilebilecek türden, içi boş
ve genel olarak ağır ifadelerle dolu eleştiriler savuruyorlar;
herkes, kameraların karşısında yalnız oldukları varsayılan bir odaya
geçip diğer yarışmacıların dedikodusunu yapıyor; birinin yüzüne
gülerken, yan odaya geçip az önce yüzüne güldüğü insanın “ne kadar
yapmacık” olduğunu ifade edebiliyorlar. Buradaki sözel ve dolaylı
yoldan ortaya dökülen saldırganlıktaki temel amaç da fiziksel
saldırganlıktaki gibi başkalarına zarar verme güdüsüdür. Tabii doğal
olarak bu saldırganlık aynı zamanda televizyon kanalları için
“rating” anlamına da gelebilecek bir çekiciliğe sahip.
Bireysel anlamda katılımcılara zarar vermesinin yanı sıra bu tip
programlardaki saldırganlık toplumsal anlamda da zarar verici
niteliğe bürünebilir. Çünkü saldırganlık öğrenilebilir. Bu alanın en
önemli araştırmaları göstermiştir ki, özellikle çocuklar bir
davranış biçimi olarak saldırganlığı diğer insanları model alarak
öğrenirler ve uygularlar. Özellikle ödül ve ceza mekanizması devreye
girdiğinde, en çok saldıranın halktan en çok oyu aldığı, en çok
dedikodu yapanın saatlerce ekranlarda gösterildiği, en sınırsız
eleştirileri yapanın gecenin en çok konuşulan insanı olduğu bu
programlar izleyicilere “saldırgan birey ödüllendirilir” mesajını
veriyor ve bu mesaja uygun insan modellerini bizlere sunuyor.
Üstelik magazin programlarından farklı olarak halkın içinden olan bu
modellerin davranışları daha çok örnek alınıyor.
Peki sonuç nedir? Birbirini gözetleyen, hakaret etmeyi eleştiri
yapmak sanan, ne kadar çok başkalarının dedikodusunu yaparsa ya da
kendinden olmayanı aşağılarsa kendine o kadar yer edindiğini
düşünen, çalışmadan kazanmanın yollarını arayan, kimi zaman ruhunu
kimi zamansa "oy"unu satılığa çıkaran, yapmacıklığı ve ikiyüzlülüğü
nezaket varsayan, bağırmadan iletişim kuramayan bir toplum? Ve asla
kızarmayan yeşil domatesler!