Matematikçilerden Bir Portre :
MD-
Matematikçiler
Derneği adına bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Röportajımıza,
özgeçmişinizi alarak başlamak istiyoruz.
TK- Zahmetiniz için ben teşekkür ederim. Özgeçmişleri sorulduğunda, çoğu sanatçı, işlerine küçük yaşta başladıklarını ve yaşam boyu sürdürdüklerini söylerler. Benim matematikçiliğim öyle olmadı. Raslantılar beni akademik yaşama sürükledi. Kanımca, ancak dahi sanatçılar ve dahi bilim adamları küçük yaşta keşfedilebilirler. Örneğin, Gauss onlardan biridir. Bu dahiler bir kaç yüzyılda bir gelirler, geldiklerinde de kendi alanlarında çığır açarlar. Kesinlikle ben onlardan biri değilim. 1942 yılında Uzunyayla’da doğdum. Beş sınıfın bir arada tek öğretmenle okutulduğu köy ilkokulunu bitirdikten sonra, Pınarbaşı Ortaokulu’na gönderildim. 1956 yılında ortaokuldan mezun oldum. İlçede lise yoktu. Sağ olduğunu umduğum ve adını saygıyla andığım matematik öğretmenim Bekir Hepgül, beni yatılı öğretmen okulu giriş sınavına soktu. Böylece Sivas İlköğretmen Okulu’na girdim. Orayı bitirdiğim 1959 yılında, ilköğretmen okullarının 1, 2 ve 3 üncüleri seçilip Ankara Yüksek öğretmen Okulun’a gönderildiler. Onlardan biri olarak seçildim. O gruptaki öğrencilerin hepsi okullarından seçilmiş yetenekli gençlerdi. Çoğumuz, İki aylık yoğun bir eğitimden sonra 1959 güz dönemi sınavlarında Ankara Atatürk Lisesi bitirme sınavını başardık. O yıllarda, yalnız lise diplomasına sahip olanlar üniversiteye girebiliyordu; lise dengi meslek okullarından mezun olanlar üniversiteye giremiyorlardı. Üniversite giriş kapısında şimdiki gibi büyük bir yığılma yoktu. Her fakülte kendi öğrencisini seçiyordu. Her bölüme girme şansımız vardı. Ben, bilinçsizce iyi bir seçim yaptığımı düşünüyorum. “En kral öğretmenlik, matematik öğretmenliğidir” diyen içleri duygu yüklü bilinçsiz gençlerden biriydim. Matematikçi oluşum böylesine bilinçsiz ve rasgele başladı.
1963 yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümünü ve Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitirdim ve Sivas Dörteylül Lisesine öğretmen olarak atandım. Öğretmenliği seviyordum, ama altmışlı yılların keskin siyaset kavgaları eğitim sistemimize kötü yansıyordu. Bu kavgadan sıyrılmak için, öğretmenlikten ayrıldım ve Ege Üniversitesi’ne asistan oldum. Asistanlığımda büyük bir şans yakaladım. Yeni kurulmakta olan Ege Üniversitesi Matematik Bölümün’de bir kaç yabancı profesör vardı. Onlarla çalışma fırsatım olunca, matematiğin ne olduğunu yavaş yavaş anlamaya başladım. Ondan sonrası kendiliğinden akıp gitti. Akademik hayat, şaraba benzer: yıllar geçtikçe, mayalanır, değeri artar.
Bu arada,
yukarıda sözünü ettiğim konuya tekrar kısaca değinmeme izin veriniz. Altmışlı
yıılarda, meslek okulları, yalnız o mesleği yapacak gençleri eğitiyordu ve o
mesleği öğretiyordu. Sanat okullarımızdan iyi marangoz, iyi demirci, iyi
kaynakçı, iyi tornacı vb yetişiyordu. Bunlar, iş hayatına atılınca, tulumları
giyip atölyeye, fabrikaya giriyor; kazandıkları bilgi ve beceriyle üretimde
kaliteyi yükseltiyorlardı. Bir meslek okuluna giden, o mesleği yapmak üzere
yetiştiriliyordu. Meslek değiştirmek isteyen kişi, bunun gereğini yapmak
zorundaydı; yani genel liseyi bitirmeliydi. Keşke o sistem bozulmasaydı. Meslek
okullarının sayısı arttı, ama işlevleri bozuldu. Meslek okulları, genel liseler
gibi üniversite önüne gençleri yığıyor. Önümüzdeki üç yılda 3 milyon lise
mezununun üniversite kapısaına yığılması bekleniyor. Bu kalabalığın içinden
ancak 50-70 bin kişi istediği bölüme girebililecektir. Öte yandan, üniversite
mezunları sokakta işsiz dolaşıyor. Ülkemizin esas açmazı buradadır. Milli
Eğitim Bakanlığı ve Yüksek Öğretim Kurulu, hâlâ ileriye dönük planlar
yapamıyor. Gelecek 5 yılda, 10 yılda 20 yılda Türkiye’nin işgücü gereksemesinin
ne olduğunu kimse bilmiyor. Bu, içinde yaşadığımız ekonomik krizden daha feci
bir durumdur. Eğitimi doğru plânlamadan ağır ekonomik bunalımları atlatamayız.
Eğitimi yönlendiren güdü, ülke çıkarları yerine siyasi çıkarlar olunca, her şey
rayından çıkıyor.
MD-
Matematiğin
düşünce yapınıza, kişiliğinize katkıları nelerdir? Matematik size neler
kazandırdı.?
TK- Matematik, herkese, usavurma
dediğimiz doğru düşünme becerisini kazandırır. Az ve öz konuşma alışkanlığı
verir. Bir siyasetçi ya da bir toplumbilimci iki saat konuşup hiç bir şey
söylemeyebilir. Ama bir matematikçi hiç bir (doğru) şey söylemeden iki dakika
bile konuşamaz. Bunun yanında, matematikçi araştırmacıdır. Önüne gelen bir
konunun özünü derinlemesine öğrenmeden, o konuda konuşamaz. Bu arada, ayrıca,
doğu kültürü ile batı kültürü arasındaki önemli bir ayrıma değinmek gerekir.
Doğu kültüründe, otoriteye inanmak esastır. Otoritenin düşünceleri, öğretileri,
yargıları, buyrukları kesindir. Üstünde tartışılamaz; ona ancak biad edilir.
Ortaçağ kilisesinin egemenliği de böyle kuruldu. Ama, Rönesanstan sonra,
avrupada insan yeniden düşünmeye, doğruyu yanlışı sorgulamaya başladı.
Doğudakiler inançta, kültürde bunu başaramadılar. Bu gün eğitimli kişilerimiz
bile, bir konuyu asıl kaynağından araştırmak yerine, “bir bilene sormak” yöntemini izliyorlar. Kültürümüze sinen bu
alışkanlık çok kötüdür; hızla değiştirmek zorundayız. Bunu ancak eğitim
sistemimizle başarabiliriz. Öğrenmeyi, düşünmeyi, sorgulamayı öğretmenin, bunu
kültürümüzün bir parçası haline getirmenin en iyi aracı matematik öğretimidir.
Çünkü, matematik bir şeye inanmanızı istemez, onu sorgular, ispat eder.
MD- Uzun yıllar matematiğe emek vermişsiniz. İlk zamanlarınızla
şimdiki konumunuz arasında neleri aştınız? Neler değişti? Hayal kırıklığına
uğradınız mı?
TK- Ortaöğretim sırasında önümüze gelen
problemi çözünce, büyük matematikçi olduğumuzu zannediyorduk. Üniversitede bu
anlayışımızın çok değiştiğini sanmıyorum. Üniversite yıllarında da matematiğin
ne olduğunu anlamadık. Mümkün olduğu kadar çok ve zor problem çözmek peşinde
koştuk. Oysa, matematikte bilinen yöntemlerle problem çözmek, mekanik bir
iştir, bir teknisyenliktir. Gerçek matematikçinin uğraştığı problemler,
matematiksel sistemlerdir, matematiksel yapılardır. O sistemler, bize doğa
olaylarını açıklamamıza, içinde yaşadığımız evreni daha çok kavramamıza yardım
eder. Uygarlıkları yaratan esas araçlar bunlardır.
Matematiğin
niteliklerinden birisi de onun bir sanat oluşudur. Sanatın bir çok özeliklerini
taşır. Ama sanatta olmayan başka ve üstün niteliklere de sahiptir. Dolayısıyla,
matematikçi, çoğu kez bir sanatçı gibi davranır. O yaratıcıdır.
Bu yönleriyle
bakınca, matematikçi olduğum için hiç pişmanlık duymadım. Ancak, geçmiş
yıllardaki siyasi kavgalar üniversiteleri de ciddi olarak etkilendi. Bilim
adamı olması gereken çoğu yönetici, kendilerini siyasetin seline kaptırdı.
Sonuçta, bunlar üniversiteye ve Türk Yüksek öğrenimine çok zararlı oldu. O
dönemlerde, yapılan yanlışları görüp isyan eden genç kuşaktan biriydim. Hiç bir
yanlışı düzeltememenin ezikliğini, kırgınlığını ve öfkesini, ben de pek çok
insan gibi içimde taşıdım. Bu yaşadıklarımız, bizim kuşağı, bilgi üretiminde
ulaşabileceği sınırın gerisine düşürmüştür. Ülke için tamamen kaybedilmiş, geri
gelmeyecek yıllardır. O nedenle, zaman zaman, “neden üniversitedeyim” dediğim anlar oldu. Ama “neden matematikçiyim” dediğim anlar hiç
olmadı.
TK- Matematik, insanlığın biricik ortak
dili olduğundan, zaten, hemen herkes matematiği gerektiği kadar öğreniyor.
Herkes saymayı, mukayese yapmayı, toplamayı, çıkarmayı biliyor. Biraz öğrenim
görenler çarpma ve bölmeyi bile yapabiliyorlar. Üçgen, dörtgen, daire, küp,
küre gibi başlıca geometrik nesneleri biliyorlar. Metre, kilogram, litre gibi
ölçü birimlerini kullanabiliyorlar. Para sayabiliyor, alış-veriş yapabiliyorlar.
Günlük yaşamda da insana gerekli olan matematik bunlardır.
Ancak,
matematiği ortak bir dil olarak öğrenmekle, matematiçi olmak ve matematik
yapmak farklı şeylerdir.
“Matematikçi” derken matematiği bir araç olarak
kullanan meslek sahibini kastediyorsak, bunun için üstün matematik yeteneği
gerekmez. Normal zekalı herkes bunu başarabilir.
Öte yandan
matematikçi derken, matematiksel araştırmalar yapan, matematiksel sonuçlar
üreten kişiyi kastediyorsak, onun için özel matematik yeteneği gerektiğini
söylemek yanlış olmaz. Nasıl ki herkes ressam olamaz, şair olamazsa her insan
da bu anlamda matematikçi olamaz.
MD-
Geçen yıllara göre, matematik bölümünü seçen öğrenci
sayısında bir artış gözleniyor mu? Nedeni sizce nedir?
TK-
Üniversite giriş istatistiklerine
bakmadan bu soruya doğru cevap veremeyeceğim. Ancak, apaçık bir gözlem var.
Eğitim fakültelerinin matematik öğretmenliği bölümleri kontenjanları hemen
hemen dolduruyor ve bu bölümlere girenlerin puanları, matematik lisans bölümüne
girenlerin puanlarını aşıyor. Bu şunu gösteriyor: artık gençlerimiz sadece üniversite mezunu olmak değil, mezun olduktan
sonra bir iş sahibi olmak istiyor.
Üniversiteyi bitiren çok sayıda işsiz gencimiz var. Eğitim fakülteleri,
uzak gelecekte de gençlere iş garantisi vaadediyor. Çünkü, eğitimde istihdam
olanakları daima yüksektir. Bu neden çok hoşumuza gitmese bile, yarattığı sonuç
sevindiricidir; daha üstün yetenekli öğrencilerin öğretmenlik mesleğini
seçmesi, gelecek on yıllarda Türkiye için yararlı olacaktır.
MD-
Matematik
Mühendisliği, Matematik Lisans, Matematik Öğretmenliği eğitimleri arasında fark
var mıdır ? Farklar nelerdir ? Yüksek Lisans Eğitiminde branşlara ayrılamaz mı?
TK- Matematik Mühendisliği diye bir şey
olmaz. Asıl olan matematik lisans öğrenimidir. Bir zamanlar, devlet
kadrolarında mühendislerin sayısı yetersizdi; piyasa ile rekabet edebilmek
için, mühendis ünvanı olanlara bir üst dereceden işe başlama fırsatı
veriliyordu. Bu olanağı kullanarak, matematiğe cazibe yaratmak isteyen bazı
üniversiteler “Matematik Mühendisliği”
adıyla bölüm açtılar. Sayıları, yanılmıyorsam, iki tanedir. Yürürlükteki
personel yasasına göre, zaten bu ünvanın bir avantajı da kalmadı. Eğitim
fakülteleri, orta öğretime matematik öğretmeni yetiştiriyor. Programları ona
göre düzenlenmiştir. Aldıkları derslerin yaklaşık yarısı eğitim bilimlerine,
yarısı matematiğe ayrılıyor. Bu fark, elbette mezunların matematik bilgilerinde
de etkisini gösterir. Yüksek Lisans eğitimi ise tamamen üniversiteye
bağımlıdır. Okutulan dersler, bölümdeki öğretim elemanlarının uzmanlık
alanlarına yakın olur. Doktora eğitimi, branşlaşmanın da çok ötesinde, özel bir
konuya yöneliktir.
Konu açılmışken, bununla ilgili bir
görüşümü belirtmek istiyorum. Türk Yüksek Öğretim Sisteminde, uzun zamandan
beri, temel bilimlerin (matematik, fizik, kimya, biyoloji) önemi ikinci plana
atılmıştır. Bu çok yanlış bir tutumdur. Yeterince temel bilimciniz yoksa,
teknoloji üretemez, geliştiremezsiniz. En yeni paket teknolojiyi satın alsanız
bile, bir kaç yılda bu teknoloji eskiyor; dünya ile rekabet gücünüz kalmıyor.
Araştırmalardan hemen uygulanabilir sonuç almak isteyen TÜBİTAK bile, temel
bilimleri geri plana itmiştir. Büyük umutlarla, ülkenin bütün araştırma
kaynaklarını aktararak kurduğu Gebze tesisleri bu gün hantal işleyen bir
üniversiteden farklı değildir; üstelik araştırmaya gitmesi gereken büyük
kaynaklar genel giderlere kaymaktadır. Bunun yerine, bu tesislere harcanan
paralarla, üniversitelerimizdeki genç araştırmacılar desteklenseydi, bu gün bir
çok üniversitemizde ciddi araştırma odakları oluşabilecekti.
Teknoloji geliştirmenin, teknoloji
kurmanın ne olduğunu iyi kavramak zorundayız. Türkiye’ye paket teknoloji ile
gelen yeni bir otomobil fabrikasının ülke kalkınmasına hiç bir katkıda
bulunmadığını görebilmeliyiz.
MD- Vakıf üniversiteleri ile devlet
üniversiteleri arasında matematik eğitimi açısından farklılıklar var mıdır?
TK- Öncelikle, vakıf üniversitelerinin ne olduğunu belirlemeliyiz. Çünkü, çoğu kişi bunları özel ticari kurumlarmış gibi görüyor. Oysa, vakıf üniversiteleri kâr amacı gütmeyen ve kamu yararına çalışan kurumlardır. Devlete yükleri yoktur. Ama bu ülkenin çocuklarını eğitiyor, bu ülkeye hizmet ediyorlar. Vakıf üniversitelerinin yaptığı paralı eğitim, bazı devlet üniversitelerinin yaptığı paralı ikinci eğitim gibidir. Eğer vakıf üniversiteleri olmasaydı, burada okuyan öğrencilerin onbinlercesi yurt dışına okumaya gidecekti. Gidemeyenler de, yüksek öğrenim hayalleri suya düşen milyonlarca gence katılacaktı. Yurt dışında okuyan her öğrenci yılda 20-40 bin dolar transfer eder. Bu dövizi ülkede korumaları bile vakıf üniversitelerinin başardığı büyük bir hizmettir.
Öte yandan, parasız eğitim konusunu Türkiye ciddi olarak ameliyat masasına yatırmak zorundadır. Gerçekte, parasız denilen bu sistemden, ancak belirli maddi gücü olanlar yararlanabiliyor. Parası olmayan bir gencin okuması, bu sistem içinde mucizedir. Üniversite kentlerinden uzakta yaşayan varlıksız bir ailenin çocuğunun bu parasız eğitimden nasibini nasıl alacağını kim açıklayabilir?
Eğitimden herkesin ve özellikle varlıksız kesimin yararlanabilmesi için, eğitim paralı olmalıdır. Üniversiteye giren her genç, üniversiteye öğrenim maliyetini ödemelidir. Üniversiteye ödediği bu ücreti, talep etmesi halinde, devletten kredi olarak alabilmeli; mezun olunca bu krediyi geri ödemelidir. Bu kaynağı, devlet, üniversite bütçelerinden yapacağı kesintilerle karşılayacaktır. Üniversitelere, genel bütçeden, ancak, öğrenim ücretleriyle karşılanamayacak yatırımlar için ödenek ayrılmalıdır. O zaman, bir çok devlet üniversitesinin silkinip bir dinamizm içine girdiğini göreceğiz. Bazı üniversitelerimizin gerçek anlamda küçülmek zorunda olduklarını, küçüldüklerinde hizmetlerin daha iyi yürüyeceğini herkes biliyor. Bir tıp fakültesinde 150 öğretim elemanı varsa, bunların kaç yılda bir ders okuttuklarını, vergi veren yurttaşlar sorgulamaya başlamalıdır.
Bu söylediklerimin sorunuza yanıt olmadığını biliyorum. Ama, sorularınızdan yararlanarak, dile getirilemeyen bazı gerçekleri ortaya koymayı amaçlıyorum. Umarım kızmıyorsunuz. Şimdi sorunuza yanıt verebilirim.
Vakıf üniversitelerin çoğunda matematik bölümü yoktur. Bunun çok açık bir nedeni var: Kimse para verip, matematik öğrenimi yapmak istemiyor. Bu sistem içinde, vakıf üniversitelerinin talep olmayan ve kendi kendini finanse edemeyen bölümleri açması beklenmemelidir. Ama, yukarıda belirttiğim, paralı eğitim sistemi gelirse, vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri arasında büyük fark kalmayacaktır. Türkiye, bu sisteme yönelmek zorundadır.
MD-
Sizce matematik bölümü öğrencilerinde,
okurken bir iş bulma kaygısı var mıdır?
TK- Elbette var. Genellikle, matematik bölümü
istenerek ilk sıralarda seçilen bir bölüm değildir. Öğreniminin zorluğu
yanında, mezuniyetten sonra bol paralı iş bulamama kaygısı bunda başlıca
etkendir. Temel bilimciler aleyhine gelişen ve insaf ölçülerini çoktan aşan
ücret dengesizliğinin giderilmesini yıllardır boşuna umut ediyoruz.
MD-
Matematiğe ilgiyi artırmak
için neler yapılabilir?
TK- Son 30 yılda Türkiye'de çok para
kazanmak, köşeyi hızla dönmek insanların birincil hedefi oldu. İnsanlar para
kazansınlar; buna bir diyeceğim yok. Çok para kazanmak da insanları mutlu
edebilir. Ama çok para kazanmak, mutluluğun tek yolu değildir; hatta bazan hiç
değildir. Sanatla uğraşmak, bilimle uğraşmak, bir şey üretmek, insanlığa
yararlı bir eser bırakmak gibi işler de en az zengin olmanın insana vereceği
kadar huzur verir. Hattâ daha fazlasını verebilir. Örneğin, Gauss'un zamanında
yaşayan çok zengin insanlar vardı. Hiç birimiz o zenginlerin adlarını bile
bilmiyoruz. Ama Gauss'u hepimiz biliyoruz. Adını heyecanla anıyoruz. Böyle biri
olmayı, zengin olmaya kim yeğlemez!
Eğitim sistemimiz, çocuklarımıza,
gençlerimize bilimin ve sanatın peşinde koşulacak yüce şeyler olduğunu
algılatabilmelidir. Yaygın deyimiyle, medyanın “televole” kültürüyle bu işin başarılamayacağını her eğitimci
söylüyor.
MD-
Türkiye’de matematiğin
tanıtımı neden yeterince yapılamıyor?
TK- Bu, bir yanıyla biraz önce
söylediklerimizle çok ilişkili. Konunun başka bir yanı daha var: Bütün dünyada matematik korkulacak bir bilgi
alanı olarak tanıtılıyor. “Böyle
tanınmasından, biz matematikçiler de zevk alıyor muyuz?” diye zaman zaman
düşünmeye başladım. Geçen yılki konuşmamda da şu tezi savunmaya çalışmıştım:
İnsanların en
çok bildiği şey matematiktir. En kolay bilgi matematiktir. Bu nedenle, her
insan kendisine gerektiği kadar matematiği öğrenebiliyor. Ama hiç birimiz
gerektiği kadar hukuk, sosyoloji, ekonomi, sanat, edebiyat vb bilmiyoruz.
Eğitim sistemimiz herkese matematiği gereğinden çok öğretmeye uğraşıyor.
Öğrettiklerimiz yaşamdan çok kopuk. Bir TV programında, bir sanatçımız ilginç
bir örneği karikatürüze etti: Bakkala
gittim. Cebimdeki paranın 1/8 ile çikolata, 1/5 ile defter aldım. Geriye 2700
liram kaldı. Cebimde kaç para vardı? Hiç kimse bakkala gidip, “cebimdeki paranın 1/8 ile şeker alacağım”
demiyor. Ama, bu konu yalnız Türkiye’nin sorunu değil. Dünyanın pek çok ülkesi
aynı ızdırabı yaşıyor.
Ülkemizde
öğretmen örgütleri, eğitimle ilgili sivil toplum örgütleri, artık eğitimle
ilgili problemleri inceleyip çözüm yolları üretmelidir. Örneğin, Matematikçiler
Derneği’nin son zamanlarda yaptığı çalışmalar, yapılması gereken işlere güzel
örneklerdir. Bu nedenle yaptığınız çalışmaları takdir ediyoruz. Umarım
başarılarınız devam edecektir. Faaliyetlerinizi yaygınlaştırarak devam
ettirebilirseniz, ülkeye büyük hizmet vermiş olursunuz.
MD-
2002
ve daha sonraki yıllar için Matematik Sempozyumu konusunda neler
düşünüyorsunuz?
TK- Şimdiye kadar olduğu gibi,
sempozyumun bir kanadı ağırlıklı olarak eğitime ayrılmalıdır. Toplantı
duyurularını daha geniş kitlelere yapmak, geniş katılım sağlamak gerekir.
Ayrıca, olanak doğdukça, Ankara dışında da faaliyetlerde bulunmaya
çalışmalıdır.
MD- Derneğimize önerileriniz ve tavsiyeleriniz nelerdir?
TK- Derneğinize tavsiyede bulunmak benim
haddimi aşar. Çok güzel işler yapıyorsunuz. Yılmadan, yorulmadan
çalışmalarınızı sürdürebilmenizi yürekten diliyorum.