BİLİMDE TANIMLAMA VE TANIMLA GELEN SINIRLAMALAR:
ATIK YAKLAŞIMI VE ÇED ÖRNEĞİİrfan Erdoğan
ve
Nazmiye Ejder
Karadeniz Teknik Üniversitesi Peyzaj Bölümü
Giriş
Bilimin nesnel olması beklenir. Fakat belli koşullarda nesnellik çoğunluk tarafından benimsenen egemen bir yönelimin tanımladığı öznellik haline dönüştürülür. Bu nesnelleştirilmiş öznellik nesnellik değil, ilişkiler içinde öznelliğin, örneğin, araştırmacılar arasında egemen olarak belirlenmiş, mekaniksel ve standartlaşmış kurallar içinde karşılıklı-desteklenerek, sürdürülerek, nesnel olarak benimsenmesidir. Eğer bu nesnelleştirme, kuram tartışması yapmayan veya kurama araştırmasında yer vermeyen, GIS, ÇED, ARC-INFO, ACAD, REMOTE-SENSING ve benzeri teknolojik ürünlere sorgusuz kurtarıcı olarak sarılan, amacı araca göre ayarlayan "pseudo-bilimsel" incelemelerle de desteklenirse, hem bilim hem de, en kötüsü, bilimin ve ürünlerinin uygulandığı insan toplumu acı çeker. örneğin belli tanımlamalarla çerçevelenen çevre sorununa yaklaşımda, ÇED, etki analizi ve monitoring, egemen bilimdeki bu inter-subjektiflik nedeniyle, sorunları çözmede bir araç olarak kullanılma yerine, amaç olarak ele alınmış ve sonuç ÇED anlayışı ve süreçleri egemen özel teşebbüs çıkar faaliyetleri ve bürokratik formalite içinde eritilmiştir. Bu konu atık tanımı ve sorunu üzerine eğilerek tartışılacak ve alternatif bir görüş sunulacaktır.
Tanımın bilimsel anlamı
Atık tanımı da, her tanım gibi belli değer yargılarına, bu değer yargılarının geldiği belli fikirler toplamının oluşturduğu bir ideolojiye, ve bu ideolojinin çerçevelediği veya etkilediği belli bir bilimsel kurama bağlıdır. Diğer bir deyimle, tanım belli bir bilimsel kuramın ve bu kramın ideolojisinin bir ifadesidir.
Tanım ile birlikte, çoğunlukla, o tanıma bağlı olarak, o tanımın sınırladığı sorun çözme yaklaşımları (sorun tesbiti, hipotez formule etme, açık ve kapalı-uçlu sorular hazırlama, alan ve laboratuvar testleri kurma, araç kullanım biçimini belirleme, çıkabilecek sonuçlar ve muhtemel öneriler) gelir.
Tek bir bilimsel kuram yoktur ve her kuramın çerçevesi içinde çeşitli pozisyonlar vardır. Bunlara bagli olarak, üzerinde anlaşılan tek bir tanım yerine birbirine paralel, birbirini tamamlayıcı, birbirine kuramsal bakımdan benzeyen veya birbiriyle rekabet içinde egemenlik mücadelesi veren tanımlamalar vardır.
Sorun sadece basit bir tanımlamanin ötesindedir. Sorun, tanımlamanın dayandığı kuramsal çerçeve ve tanımlamanın beraberinde getirdiği belli düşünce tarzı ve bu tarzın belirlediği bilimsel ve sosyal politika, soruna ve sorun çözümüne yaklaşım biçimi, ve bunların insanın bugününe ve geleceğine etkisi sorunudur.
Tanım I
En popüler tanımına göre, atık kullanılıp atılandır. Dolayısıyla, atık, değersiz veya değeri dikkate alınmayacak kadar az olan ve bulunduğu yerden atılması arzulanan maddeler olarak nitelenir. Toplanması gerekirse, toplayıcı servis bu işi görür. Bu tanımlama, hatta en ilkel teknolojilerin uygulandığı çevrede bile yapılsa, atığı, bu sınırlı anlam içinde yetersiz ve dar bir alan içine hapseder. Bu sınırlı tanımlamada atık konusu, atık üretimi zincirinde sadece belli birkaç halkaya indirgenir ve bu halkalarla uğraşılarak, teknik bir sorun olarak belirlenir. Çözümü de çoğunlukla mekaniksel çarelerdir. Dolayısıyla, teknolojinin uygulamayla yarattığı bir sorun, bu teknolojiye eklenen diğer teknolojilerle çözülmeye çalışılır: "Atık belli yöntemlerle toplanır atılır. Bu yöntemler ve kullanılan teknolojiler geliştirilmelidir" düşünce tarzı egemenlik kazanır. Böylece hem teknoloji kendi yapısını korur, hem de sorun bu yapının benimsettiği, "meşruluğu ve geçerliliği önceden kabul edilmiş" çerçeve içinde tanımlandığı için, çareler, bu teknolojik yapıya olan "araz giderme" eklemeleriyle ve politikalarıyla aranır. Bu, egemen amprik yaklaşımın ana özelliklerinden biridir.
Tanım II
Atık kavramı, "kullanılışı olmayan birşey" olarak sınırlanıp tanımlandığında ve butanim egemen olduğunda, bu tanıma alternatif olarak gelen "bir fayda için kullanılıp atılan atık bir başka fayda için kaynak olabilir" yaklaşim tarzı ya hiçe yakın ya da arzuladığı ölçünün çok altında bir uygulama olanağı kazanır. Mücadeleler sonu belli ölçüde uygulama olanağı kazansa bile (örneğin geri-dönüşüm yaklaşımı), egemen pratiklerin ve ideolojik uygulamaların engelleyici tepkisiyle karşılaşır, önemi azaltılmaya çalışılır. Bu alternatifin gelişmesi ve tutulması fikirlerle yapilan mücadele ile değil, ekonomik faktörlere, özellikle üretim ve teknoloji politikasına, bağlıdır. Örneğin, atığın gübre, kompost, enerji, geri dönüşüm'de hammadde olarak değerlendirilme yaklaşimları "ekonomik," "maliyet\fayda," ve "sorunlara çare" bakımından "yetersiz veya pahalı" olarak nitelenerek, örneğin düzenli-dolgu gibi tek bir pratik desteklenmeye çalışılır. Bu çabanın altında, gerçekte, bir teknolojinin egemenliğinin ve bu egemenliğin sağladığı çıkarların korunması çabası yatar. Bu gün gelişmiş ülkelerde bütünleşik-atık yöntemi (integrated waste management) gündemdeyse ve egemenlik kazanmışsa, bu, dolgu sistemiyle gelen endüstriler ve onlara bağlı çıkarların kurdukları egemenliğin zayıfladığını, egemenliği yakma ve geri dönüşüm gibi diğer güçlerle paylaşma zorunluluğunda kaldıklarını işaret eder. Nesnel gerçeklerin ve doğruluğun veya yanlışlığın ve haksızlığın farkına varılmasını ve bu nedenle en doğruyu seçmeyi anlatmaz. Güç ilişkileriyle egemenliği belirlenen ve sürdürülen, ve ideolojik pratiklerle nesnelleştirilen öznel çıkarlar, toplumda doğruyu tanımlar ve kurumlaştırır. Yani, doğruyu ve haklıyı saptayan nesnel kıstaslar değil, belli güçlerin nesnelleştirilmiş özel çıkarının ölçekleridir. Bunun belli yansımalarını bilimsel tanımlamalar ve yaklaşımlarda görürüz.
Tanım III
Atık tanımı, egemen ve popüler tanımda yapıldığı gibi, sadece "tüketimde fayda" ile açıklandığında, toplumsal üretim süreci ve ilişkileri bu tanım dışında bırakılır. Bu da zorunlu olarak dikkatleri sadece tüketim ve sonrası üzerine toplar. Araştırmalar ve geliştirmeler bu alan içinde olur. Örneğin, Çevre Etkileşim Değerlendirmesi (ÇED) gibi gelişmiş bir yöntemin ve mühendisliğin bütün dallarındaki gelişmelerin egemen karakteri bu dar çerçeveyi yansıtır. En geniş anlamıyla, ÇED araştırmaları etkileşim değerlendirmeleri yapar, önerilerde bulunur, peyzaj mimarlığı ve mühendislik dalları, bu değerlendirmelerin ortaya çıkardığı bulguları da göz önüne alarak, kendi-egemen karakterini oluşturan bir sistemi geliştirme girişimleriyle ÇED değerlendirmelerine cevap verir, çareler önerir. "Çareler getirir" demiyoruz, çünkü sorunu "kontrol" ve "önlem" kapsamı içinde sınırlayan girişimler yetersizdir, ve en kötüsü egemen ekonomik ve üretim faaliyetlerinin sürmesine ve haklı-çıkarılmasına yardım ederler.
Tanım IV
Atığı en iyi şekliyle, "yanlış yerdeki maddeler" olarak tanımlayarak, "doğadan işlenerek alınan ve kullanıldıktan sonra atık olarak atılan maddelerın doğaya dönüşü sorunu" olarak sunan ve bu maddelerin yeniden-kullanıma sunuluşuyla (recycling) sorunu çözmeye çalışan görüş de, atık konusunu içinde bulunduğu sınırlı çerçeveden alıp çıkarmaz. "Yanlış yerdeki madde" anlayışı, sorunu bireyin eğitimi ve politika konusuna indirger. Dolayısıyle, bugün Amerikada EPA'nın liberal kanadını temsil eden bu anlayış çevçevesinde de çözüm, gene, neticeyle uğraşan mekaniksel çarelerdir. Kesinlikle, EPA ve diğer yollarla elde edilen insan ve çevre için mucadelerle kazanilmış gelişmeyi küçümsemiyoruz ve gereksizliğini veya yanlışlığını savunmuyoruz.
Tanım, politikalar ve yapı
ÇED araştırmaları, egemen tanımlama çerçevesi içinde çalışırken, özel teşebbüsün egemen diğer bir ideolojik tanımlamasını destekleyen bir neticeyi ortaya çıkaran girişim ve önerilerde bulunur: ÇED'in çıktığı Amerikan sisteminde kamu kurumlarına karşı, "doğru çalışmaz, yeteneksizdir" düşünce tarzı egemendir. Bu nedenle kamu politikaları sürekli eleştirilir ve düzeltilmesi gerektiği savunulur. Bu düşünce tarzı ÇED yapısında da yansır. ÇED ile inceleme yapanlar, egemen atık politikası ortamının çizdiği çerçeve içinde, uygulamaların yetersizliğini eleştirir ve atık politikası önerileri öne sürerler. Kamu sektörünün uygulama politikasını eleştiri gerçekte ilericiliğin, gelişmeciliğin, uzak görüşlülüğün ifadesi değildir. Tam aksine, özel teşebbüs sisteminin yapısal sorunlarının kamu sektörüne yüklenerek, sosyal-psikolojide çok kullanılan bir deyimle "suçlu keçi (scapegoat)" bulup taşlanmasını, bilimsel bağnazlık ve tutuculuğu ifade eder. Birçok ülkede ÇED kullanan araştırmacı, bazı peyzaj mimarları ve mühendisler tarafından öneriler ortaya atılır. Egemen öneriler belli bir ölçüde psikolojik doyum sağlaması yanında, büyük oranda kamu sektörüne karşı yöneltilen (beceriksizlik, rüşvet, düzensizlik, iş bilmeme, kârdan çok zarar yapma, kaynakları ve olanakları etken bir şekilde kullanamama, özelleştirilmesi gerekir gibi) ideolojik anlam vermeleri ve bu anlam-vermelerin çıktığı yapıyı destekler. Böylece herhangi bir noktadan başlayan çıkış dönüp dolaşıp o çıkışla bütünleşen bitişe ulaşır. Araştırmacı istemese bile, ÇED araştırmalarının önerileri bu görevi görür. Bunun da ana nedenlerinden biri, ÇED'nin biçimlendirildiği Amerika'daki egemen yapısal ortamdır; ÇED'in yapısı toplumdaki teknolojik üretim ilişkileri düzenini "doğru" olarak kabul eder. Araştırmacı "ben böyle kabul etmiyorum" dese bile, ÇED ve benzeri yöntemleri kullandığında belli yaklaşım çerçevesi içinde çalışmak zorundadır. Çünkü ÇED sistemi (degerlendirme, etki, monitoring) teknolojinin yapısının uygunluğunu ve özelliklerini soruşturmak için biçimlendirilmemiştir. Bu yapının uygulanacağı ve\veya uygulama yapılan bir alandaki özelliklerin, durumun, ve en iyi şekliyle, neticelerin analizini yapmak için biçimlendirilmiştir. ÇED, örneğin toprak reformu, güç ve kaynakların yeniden düzenlenmesi, teknolojinin yapısının yeniden gözden geçirilmesi, bir bütünün kendinde ayarlamalar yaparak parçayı kendiyle bütünleştirmesi gibi önerilerle ve bu önerilere götürebilecek sorularla veya ölçeklerle gelmez. ÇED ve benzeri yöntemlerle saptanan, atık ile ortaya çıkan çevre sorunları ise, bu "doğrunun" uygulaması sırasında çıkan alt-sistem (örneğin kamu yönetiminin atık politikasındaki) veya alt-alt sistemlerdeki (örneğin bireylerin tutum ve davranışlarındaki) "arazlar, yetersizlikler, uyumsuzluklar, düzensizlikler, yanlışlıklar" olarak nitelenir. Bu da, ancak bu "doğru" düzenin ilgili parçalarının harekete geçerek düzeltme yolunda girişimleriyle çözümlenebilir. Bu girişimlerle hem düzen kendi dengesini sağlar, hem de, girişimler neticesi peyzaj mimarlığı ve mühendislik dalları, tıb ve iletişim teknolojisi ve diğer ilgili teknolojiler tarafından geliştirilen yeni bulgular, devrimler, süreçler, metodlar sayesinde büyür, kendi bütünlüğü içinde farklılaşır, çeşitlenir, ve mükemmelleşir. Bu yorum klasik denge kuramının bu daldaki yansımasıdır.
ÇED raporlarında , ayni rapor içınde yapılan önerilen ve çurütülen\kabul edilmeyen alternatif öneriler ne ve nasil yapilacagi önceden hazirlanmış ve planlanmış bir girişimin büroratik sureci tammalamak için meşrulaştirmasından öte gitmez: Amaca ÇED raporu hazırlayarak ulaşılır.
Alternatif tanımlama ve yaklaşım
Doğa kendisinin sürekliliğini sağlama yeteneğine sahiptir. Doğada değişen koşullarla birlikte doğum, oluşum, biçimlenme; gelişme, büyüme; duraklama, gerileme; ölme, çürüme; gaz, sıvı ve minerallere dönüşerek doğayla, bir başka yapılanma içinde, yeniden-bütünleşme vardır. Bu varoluşun biçimlenmesi ve biçiminin bozulup değişime uğrayarak tekrar doğaya dönüşü çemberine insanın kendisi de dahildir. Bu çemberdeki dönüşüm sürecindeki ölen insanı veya bitkiyi, fonksiyonunu veya faydasını yitirmiş atık olarak niteleme, tamamıyla, ölenin, fonksiyonun ve faydanın nasıl tanımlanıp değerlendirildiğine bağlıdır. Doğa bunu bir sürecin tamamlanmasındaki ayrılmaz bir parça olarak değerlendirir. Bunu, kitle tüketimi olmaksızın yaşama olanağı olmayan kitle üretimi teknolojisi, kendi üretim seviyesini tutacak ve artıracak bir kuramsal çerçeve içinde tanımlamak zorundadır. Bu zorunluluk da, kaçınılmaz olarak " hemen kullan ve hemen at" düşünce ve davranış tarzının teşvikini getirir. İnsanın aklına "ama bu doğayı ve insan sıhhatini tehlikeye sokacak ürünler üretmeyi gerektirmez" diye bir düşünce gelebilir: Neyin nasıl ve nerede üretileceği ve nerede ve nasıl pazarlanacağı, hammadde bolluğu, hammade fiyatı, üretim, pazarlama ve taşıma\dağıtım maliyeti, kullanıp-atılmanın ne kadar zamanda olacağı, atıkların yönetimi gibi sorular\konular maliyet ve kar hesaplarıyla saptanır. Eğer bu saptamaya çevre sorunu da sokulmaya çalışılırsa, bu maliyet tarafına eklendiği için, yüksek-maliyet ve fizibilite gerekçeleriyle, gerekirse pazarlamada birkaç reklamcılık taktiğiyle geçiştirilerek, bertaraf edilir. Kitle üretiminin getirdiği tüketim düşünce tarzında fayda, ilk kullanımla son bulur ve atık oluşur. Bunu takip eden davranış yeni atık için yeniden satın alma, yeniden kullanmadır. Atık, eğer maliyet\kar hesapları açısından anlamlı bir "kaynak" olarak görülürse, o zaman bu atık "yeniden değerlendirme" sürecine sokulur. Bu "yeniden değerlendirme" arayışı, bugünkü ortamda, kitle üretimi içinde hem çok önemsiz bir yer kaplar hem de, uygulama olanakları bulduğunda, çevreyle ilgilenenlere karşı "ideolojik pasifleştirme silahı" olarak kullanılır.
Doğanın biraz evvel basitçe çizdiğimiz çemberine insan çeşitli nedenlerle ve çeşitli biçimlerde müdahale ederek etkide bulunur. Bu müdahalelerin sonucu olarak doğanın kendini yenileme sürecindeki dengesi bozulmuştur. Bu müdaheleyi en genelleştirilmiş şekliyle şöyle sunabiliriz: Doğa hammadde kaynağı olarak görev yapar. Bu hammaddelerle belli bir teknolojik yapı içinde süreçlerden geçerek üretim yapılır. Üretilen ürünler bu yapının oluşturduğu dağıtım\taşıma sistemleriyle paketlenerek kullanıma-tüketime sunulur. Atıklar bu kapsamlı sürecin her anında ortaya çıkar: (1) Bu ürünler teknolojik süreçlerden geçerken (örneğin hammaddeler çıkartılırken, işlenirken ve işleme sonucunda), (2) ürünlerin dağıtımı\taşınması sürecinde (pazar ekonomisinde, ürünün üretildiği yerden başlayarak tüketicinin eline geçene kadar olan bütün safhalarında) ve (3) "kullanıldığında\tüketildiğinde" atıklar meydana gelir. Bunların bazıları (kırsal alanlarda olduğu gibi) bulunduğu yerde kalır. Diğerleri toplayıcı servisler tarafından alınır. Gaz şeklinde olanlar havaya salınır. Bu salınan gazlar eğer doğanın kendini yenileyemeyeceği oranda yoğunsa veya kimyasal bileşim taşıyorsa, hava kirliliği ve asid yağmuru gibi neticelere neden olur. Çözülebilecek şekilde yumuşak ve sıvı olanlar çevreye, nehirlere ve göllere atılır. Bunların tehlikeli olduğu saptandığında veya zehirli olanları varillere konarak dolgu alanlarına, nehirlere, mağaralara, denizlere atılır. Atıklar doğaya döner, fakat doğa bunları, yogunlukları ve kimyasal kompozisyonları nedeniyle hazmedecek bir yeteneğe sahip değildir. Doğada bu maddeler, yok olmayışları ve uzun süre kalıcılıkları yanında, geçtikleri süreçler sonucu (süzüntüler, gazlaşmalar, diğer kimyasal bileşimlere dönüşmeler) insan ve çevre peyzajında bugün bildiğimiz ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olurlar. Ardından, bu sorunları çözmek için, atıkların, süzüntü ve metan gazı oluşumu gibi, kimyasal neticeleriyle mücadele başlar. Gerçekte, mücadele, neticeler içinde sınırlandığından, bu mücadelenin getirdiği çözümler sorunların nedenini ortadan kaldırmaz, ve en kötüsü sorunları geçiştirmek için uygulanan yeni tekniklerin ve metodların ortaya çıkardığı yeni-neticelerle yüzyüze gelinir.
Atık tanımı ve sınıflandırması çok nadiren atık kavramını tümüyle tanımlayabilir ve kapsamı içine alabilir. Ayrıca, sınıflandırmalar arasında karşılaştırma da sınırlıdır. Her tanım ve sınıflandırma, tanımlamayı ve sınıflandırmayı yapanlar belirtmese bile, farklı bilimsel kurama dayanır ve bu kuram ardında da belli atık yönetimi teknolojisi ve uygulamasının egemen olduğu bir ilişkiler düzeni vardır. Bunun yanında, tekniksel sorun olarak, atık biçim, hacim ve kompozisyon\bileşim bakımından sabit değildir, değişir. Bu nedenle atığın tanımı ve karakterini saptama zordur, ekonomik güç ve karara bağlıdır; Atık tanımları her zaman ve her yer için tutarlı değildir, sınırlı kullanım olanağı verir.
Atık tüketim, dağıtım, üretim, tekniksel, kimyasal, fiziksel, orijini, kompozisyonu, tehlikesi\zararı gibi birçok kıstaslar kullanılarak tanımlanıp sınıflandırılabilir. Fakat her tanım ve sınıflandırma hem egemen hem de alternatif değerleri yansıtan bilimsel kuramlar içinde, bilinçli veya bilinçsiz, anlamlandırılır. Örneğin bu egemen değerler Amerikada, gittikçe değişen, "kullan ve at" şeklinde biçimlenmiştir. Alternatif yaklaşımlar ise tasarrufculuk, israfa karşılık, doğanın ve insan çevresinin korunması, atıkları fiziksel, kimyasal ve potansiyel enerji veya kaynak olması bakımlarından değerlendirilmesi gibi anlayış biçimini ve bunlardan çıkan çözüm yollarını araştırma şeklindedir. Bizim görüşümüze göre, atık kavramı ve konusu bu tanımlamaların ve değerlendirmelerin ötesine götürülmeli, ve belli biçimlerde şekillendirilmiş teknolojik yapılarla olan ilişkileri içinde ele alınmalıdır. Nasıl ki atıkların karakteri, kapsamı ve çıkardığı neticeler, teknolojik yapıların tarih içinde değişimiyle değişime uğradıysa ve bugünkü biçimlere dönüştüyse, bu değişimin getirdiği atık yapısının çıkardığı sorunların çözümü de ancak yapısal değişimlerle sağlanabilir. Burada, teknolojik yapı değişimi denildiğinde, aynı yapının egemenliği altında yeni teknolojilerin uygulanmasından çok, bu yapıların revizyonu ve yeni yapıların geliştirilmesi anlamınadır.
Egemen anlayışta sorunlara çözüm yeni teknolojilerle sunulan mekaniksel çareler ve kamu sektörünün uygulama politikasını eleştirme olduğunu belirtmiştik. Aynı zamanda, bu anlayış davranışcı psikolojiye sarılarak, sorunu kişisel tutumlar ve değerler konusuna da indirger. Burada, atık konusunda atıkların yaratıcısı olarak bireyler görülür ve çare olarak da bireylerin bilgilendirilmesi ve tutumlarının değiştirilmesi aranır. Tutumlar elbette önemlidir. Fakat tutumları ve oluşumunu ve bunlara bağlı davranışları bireyle özümleştirmek bilimi kısıtlayan diğer bir indirgemedir. Bir toplumda bilinç, tutum, davranış gibi kavramlar "bireye görelik" görünümündedir, çünkü bunları taşıyan ve uygulayan bireylerdir. Fakat bireyi bu tür biçimlendiren bireyin kendisini içinde bulduğu egemen kültür, eğitim, günlük ilişkilerin temel karakterleri, kısaca, sosyalleştirme süreci ve bu süreçte egemen olan dünya görüşüdür. Bu dünya görüşünün biçimini belirleyen de "bireyin özgür düşüncesi" değil, hem bu egemen düşünceyi hem de değişim gerektiği düşüncesini oluşturan "örgütlenmiş egemen iş görme biçimidir (materyal üretim ilişkileri düzeni)."
Bu davranışçı psikoloji atık politikalarındaki eleştirilere de uygulanır: Politika eleştirisinde, politikayı saptayan güç ilişkilerini tartışma yerine, sorun tekrar bireye indirgenerek, politika saptayıcılarının ve uygulayıcılarının tutum ve davranışları politikadaki durumu ortaya çıkaran bağımsız değişken olarak ele alınır. Bu tür yaklaşımın varacağı tek sonuç ve öneri "bireysel veya grup davranış modifikasyonudur." Bu da tutumlardaki değişiklikleri gerektirir. Tutumlardaki değişiklikler de düşünce ve fikirlerdeki değişiklikleri, daha doğrusu "bilinci" (örneğin çevre bilincini) eğitimle, bilgilendirmeyle, enformasyonla sağlamayı gerektirir. Bu da neticede, idealist filozofinin ana kuramlarından biri olan fikirlerin yaratıcılığı görüşüne ve toplumdaki üretim ilişkilerinde "etkiyi" çıkaran egemen faktör olduğu varsayımına gider. Böylece, fikirler, kendini yaratan koşullara o koşulları tutmak ve\veya değiştirmek için tepki gösteren "sonuç" olma yerine, üretimi belirleyen "etken" olarak dönüşüme uğrar.
Sonuç
Atık peyzajını atılan atıkları oluşturan ürünlerin üretimi ve bu üretimi yapan teknoloji ve örgütlenme biçimi, bu ürünlerin kullanılışının yapısı, atıkların yönetim metodları, ve bu egemen atık sistemine karşı olan alternatif tepkiler ve metodlar, atığın atıldığı fiziksel çevre ve bu çevreyi oluşturan, insan dahil, bütün canlılar oluşturur. Bu durgun ve evrensel bir peyzaj değildir: Bu peyzajı oluşturan öğeler arasındaki ilişkiler düzeninin egemen karakterlerini taşır. Bu nedenle dinamik bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda atık peyzajı global dünya düzeni peyzajınının integral bir parçasıdır. Kuramsal tanımlamalar, empirical hipotezler ve survey araştırmalarının (ve sistematik taraflılığın\bias genellikle kasıtlı olarak sunulduğu halk oyu yoklamalarının) soruları bu kapsamlı alan içinde ele alınmalıdır.
Bugün dünyada kullanılan, Amerika kökenli, egemen yaklaşım toplumsal üretim biçimi ve ilişkilerinin yarattığı atığa anlamlı çareler bulma yerine, yeni çarelerle yeni arazların yaratılmasına ve dolayısıyla, belli egemen teknolojik yapıların tutulması ve yaygınlaşmasına yol açar. Ancak tüketimi ve kamu politikasını kaynak olarak gösterme ötesine giderek, üretim teknolojisi ve ilişkisini temel olarak ele alan bir yaklaşımla gerçek bir çözüm sağlanabilir. Örneğin, poşetlerin yarattığı çevre ve sağlık sorunlarına gerçek çözüm, poşet üretimini durdurarak ve paketleme ve ev peyzajında tüketim malı taşımak için çevre sorunları yaratmayan alternatiflere yönelerek kökünden halledilebilir. Herhangibir ürünün üretimini durdurmanın "binlerce işciyi işsiz bırakacağı" gerçeğiyle o ürünün yarattığı ekolojik ve insan sağlığı sorunlarının mal oluşu arasında bir karşılaştırma yaparak buna karar verilmelidir (Ürünün devamına karar bu karşılaştırma yapıldığı için ve özellikle petro-kimya endüstrileri gibi dev endüstrilerin kar\masraf hesaplarına uygun olduğu için yapılmaktadır.) Atık bilimsel yaklaşımda ancak böyle bir yaklaşım tarzıyla ele alındığında, atıkların yönetimi, insan ve çevre peyzajı içinde aldığı yer ve bu yerin önem ve özellikleri, kısa ve uzun dönemli etkileri, bu etkilerin neticeleri ve bu etki ve neticelerin ele alınışı daha çok anlam kazanır. Bu da nesnel veya nesnele daha yakın doğrularla öznel çıkarların her gün sürekli çarpıştığı güç ilişkileri konusunu ve bu konuya eğilmeyi ortaya çıkarır. Bilim ne güç ilişkileri düzeninin dışındadır ne de güç ilişkilerinden bağımsızdır. Bilim adamının\kadının toplumdan kendini ayırması, metodunda uyguladığı mekaniksel süreçler sonucu nesnellik sağladığını sanması ve bilimsel objektiflik iddiası ideolojik bir savunmadır, bilimde belli bir ideolojinin egemenliğinin ifadesidir. Eğer yaşadığımız toplumdaki kendi bilim alanımızla ilgili sorunlara ve bilim dalımızın bu sorunlar içinde aldığı yere dikkatle bakarsak, bilimin çözümler kadar, belkide çözümlerden daha çok, sorunların önemli bir parçası olduğunu görürüz. Bu durum da evrensel bir kaçınılmazlığı değil, yapısal gerçeklerle gelen ve ancak bu yapısal faaliyetlerin değişimiyle değişebilecek bir olguyu ifade eder.
Önerimiz belli dar çerçevelerden çıkılmasında çaba gösterilmesinin, en azından, bilimin geleceği için, gereği yönündedir.
Not: Bu Kuramsal tartışma Irfan Erdogan ve Nazmiye Ejder'in çevre sorunlarıyla ilgili kitabının bilimsel çerçevesidir. Oldukça geniş kapsamlı kaynakca için bu kitaba veya metnin yazarlarına başvurulabilir.