Mantık
Matematik Felsefe VI. Ulusal sempozyumu
Foça,
16-19 Eylül 2008
DÜNYA EVRİME KARŞI!
Timur KARAÇAY
Başkent Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi
İstatistik ve Bilgisayar Bilimleri Bölümü
Bağlıca Yerleşkesi, Etimesgut, 06530 Ankara
Tlf. 0312-2466666, Fax. 0312-2341041
e-posta: tkaracay@baskent.edu.tr
ÖZET
Bu yazıda Evrim Kuramı’na karşı duran
üç esas gücün, sırasıyla, toplumların kültürlerine sinen inançlar, inanç
kurumları, ve küresel sermaye olduğu savunulmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Evrim Teorisi, Yaratılış Teorisi, Akıllı Tasarım, Intellgent
Design.
GİRİŞ
Bilimin asıl görevi doğa olaylarının
neden ve nasıl olduğunu açıklamaktır. Eğer bazı doğa olaylarını yaratan
doğaüstü bir güce inanırsak, bilim orada susar. Çünkü doğaüstü gücün varlığını
iddia edenler, o güce asla erişilemeyeceğini, onun yaptıklarına insan aklının
hiç bir zaman eremeyeceğini söylemekle
kalmazlar, o gücü araştırmanın veya sorgulamaya kalkmanın affedilemez günah
olduğuna bağnazlıkla (cehaletle demek daha doğru) inanırlar. Eğer bu inanca
bağlı kalınsaydı, biyolojide, fizikte, kimyada yapılan büyük buluşların hiç
birisi elimizde olmazdı. Onlar olmadığında, bugün içinde yaşadığımız teknoloji
ve ona dayalı uygarlık kurulamazdı.
Özellikle inanç
kurumlarının görüşü olan Yaratılış Teorisi, içinde yaşadığımız doğanın (toprak,
su, bitki, canlı) altı günde yaratıldığını; canlılığın 6000-8000 yıllık bir
geçmişi olduğunu, bu sürenin Darwinizmin iddia ettiği evrimin oluşması için
yetersiz olduğunu savunur.
Evrim, çok çok uzun
zamanlar içindeki değişimdir. Bir canlı kendi yaşamı boyunca biyolojik evrim
geçirmez; ancak uzun zaman içinde türler değişime uğrar. Hücre biyolojisi ve
gen teknolojisi bunu doğrulamıştır. Yaratılış teorisinin iddia ettiği gibi,
canlılık 6-8 bin yıllık değil, 3.7 milyar yıl geriye giden bir geçmişe
sahiptir. Fosil bilimi bu gerçeği inkar edilemez biçimde ortaya koymuştur.
Yaratılış Teorisinin
tezlerinin, bilimsel bulgularla çürütülmesi üzerine, evrime karşı kuvvetli yeni
bir duruşu uygulamaya koyma gereğini duyanlar derler ki, canlı hücre o denli
karmaşıktır ki doğa onu kendi başına oluşturamaz; yani bu olgu evrimle olmaz, o
karmaşık yapıyı düzenleyen, o kaosu yöneten birisi vardır: akıllı
tasarım (ID -
intelligent design). Ama ID ‘nin varlığını ispatlayan hiç bir şey yok ortalıkta.
Onlar yalnızca bir şeye dayanırlar: Evrimin, ya da daha genel olarak bilimin bu
gün açıklayamadığı her şey akıllı tasarımcının işidir. Bilim her şeyi
açıklayabilseydi, bütün araştırma kurumlarını kapatıp, bütün bilim adamlarını
işten çıkarmamız gerekirdi. Doğanın karmaşıklığı belki buna hiç izin
vermeyecek. Ama böyle olması akıllı tasarımcının varlığını ispatlamaz. Çünkü,
bu gün bilimin açıklayamadığı doğa olaylarını akıllı tasarımcıya havale
edersek, yarın o doğa olayını bilim açıkladığında, akıllı tasarımcının
yetkisini kısıtlamak gerekecektir. Aydınlanma çağından bu yana her yeni
bilimsel buluşta bu olguyu yaşıyoruz.
ÜÇ TEMEL SORU
Konuya
üç soruya basit yanıtlar vererek başlamak istiyorum.
SORU- Evrim nedir?
-Evrim, kim olduğumuzu ve neden var olduğumuzu
söyleyen bilimsel kuramdır.
Bu kuram, yüzyıllar boyunca felsefenin önemli sorularından birisi olarak kalan
-İnsan
Neden Var?
sorusunu da yanıtlıyor. Richard Dawkins Gen Bencildir adlı kitabında, konuyu herkesin anlayabileceği yalın bir dille anlatıyor:
“Canlı organizmalar 3 milyar
yıldan daha uzun bir süre dünya üzerinde varoldular ve neden yaşadıklarını hiç
bilemediler ... ilk kez Darwin, neden varolduğumuzun tutarlı ve kabul
edilebilir bir açıklamasını yapmıştır. Başlıktaki meraklı soruya mantıklı
(bilimsel) bir yanıt vermemizi sağlayan odur. Artık, “Yaşamın bir anlamı var
mı?”, “Niye varız?”, “İnsan nedir?” türünden derin sorularla
karşılaştığımızda hurafelere sığınmak zorunda kalmayacağız... Söylemek
istediğim, 1859 öncesinde bu soruları yanıtlamaya çalışan tüm çıkışların
değersiz olduğu ve onları tamamen görmezden gelmemizin doğru olacağıdır.”
“Bugün, Dünyanın Güneş etrafında
dönüyor olması ne kadar kuşkuya açıksa, evrim kuramı da ancak o denli kuşkuya
açıktır. Yine de Darwin’in yaptığı devrimin içeriği, geniş bir çevre
tarafından, anlaşılmayı beklemektedir.”
SORU- Evrim Karşıtı Teori Nedir?
-Evrime karşı veya evrimi çürüten
bilimsel bir teori ortaya konulmamıştır. Evrim Teorisine karşıt olan düşünce,
dayanağı inanç (din) olan Yaratılış Teorisi’dir. Ancak yaratılış teorisinin bir
çok tezi bilimsel bulgularla çürütülünce, onun yerine bilimsel araştırmaların
bir bölümüne karşı olmadığı iddia edilen akıllı tasarım (ID –
Intelligent Design) teorisi ortaya atıldı.
SORU- Toplumlar içinde
Evrim Kuramına karşı duran kuvvetli bir eğilim var. Bunun nedeni nedir?
Bunun çok çeşitli nedenleri vardır. Soruya
tek ve basit bir yanıt verilemez. Bu yazının amacı, bu soruya kısmi yanıtlar
vermektir. Evrime karşı duruş nedenleri arasında aşağıdaki üç nedenin başı
çektiğini söyleyebiliriz:
1.
Tarih
boyunca, din, toplumları yönetmenin en iyi aracı olma özelliğini korumuştur. Geride
bıraktığımız milenyumda, bu aracı ustalıkla kullanan inanç ve siyaset kurumları
bireyin, ailenin ve toplumun yaşam biçimine yön ve şekil vermiştir. Başka bir
deyişle, din bütün toplumların kültürüne iyice sinmiştir ve sonuçta kemikleşmiş
bir toplumsal düşünce sistemi ve ona dayalı bir sosyal düzen yaratmıştır.
Toplumlar tutucudur, mevcut düzeni bozacak her yeni düşünce çoğunluğun
tepkisiyle karşılaşır. Günümüzde oldukça iyi işletilen bu düzende evrenin
yaratıcısı bir tanrı vardır. Onun varlığını şüpheye düşürecek her görüşün tepki
çekmesi kaçınılmazdır.
2.
Başta
kilise olmak üzere bütün inanç kurumları, kendi toplumları içinde kendi
başlarına güçlü birer sektördür. Onların varlığının sürmesi, ancak kurdukları
toplumsal düzenin varlığını sürdürmesiyle mümkündür. Tarih boyunca inanç
kurumları, bir tür yaşam içgüdüsüyle, kurulu düzeni sarsma olasılığı olan her
bilimsel bulguya şiddetle karşı durmuştur, durmaya devam etmektedir. Geçmişte bu
karşı duruşun en çarpıcı örneği, dünyanın yuvarlak ve güneş etrafında dönüyor
olması gerçeğine kilisenin gösterdiği tepkidir. Kilise zamanla bu bilimsel
gerçeği kabullenmek zorunda kaldıktan sonra, toplumlar da bu gerçeği
benimsemeye başlamıştır. Günümüzde hücre biyolojisiyle ve gen teorisiyle ilgili
bilimsel çalışmalara inanç kurumlarının aşırı tepkisi ortadadır. Evrim
Teorisi bütün onları
kapsayarak canlının oluşumunu konu edindiği için şiddetle tepki çekiyor.
Görünüşe göre, inanç kurumlarının hücre biyolojisinin ortaya koyduğu gerçekleri
kabullenmesi zaman alacaktır. Dolayısıyla, Evrim Teorisi de kendisinden önceki
bilimsel kuramların geçtiği aşamaları geçme sürecindedir.
3.
Tarihe
farklı bir açıdan baktığımızda din,
siyaset ve ticaret üçlüsünün koalisyonunu hep görebiliriz. Bir yandan, dini
ustaca kullanan siyaset, kurulu düzeni yönetme erkini kolayca elde
edebilmektedir. Öte yandan, siyaset ile el ele veren ticaret, kurulu düzenden
azami kazancı elde etmeyi her zaman başarmıştır. Geçen yüzyılın ikinci
yarısından sonra parasal gücü çok artan ticari kurumlar, küresel sermayeye
dönüşmüştür. Küresel sermaye yalnız üretim araçlarını elinde tutmakla
yetinemiyor; artık siyaset kurumunu da yönetiyor. Başka bir deyişle, Şimdi din-siyaset-küresel
sermaye koalisyonu bütün
dünyayı yönetmektedir. Bu koalisyonun başı küresel sermayedir. O denli güçlüdür
ki, bu gün istediği ülkede ekonomik ve siyasi kriz yaratabilir. Bu üstün gücüne
dayanarak, çoğu ülkede siyaset kurumunu yönetebilmektedir. İnanç kurumları ise
bazı ülkelerde doğrudan, bazı ülkelerde ise dolaylı olarak siyaset kurumunu
etkileyebilmektedir. Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur. Sözkonusu üçlü
koalisyon, hemen her ülkede kurulu düzenden memnundur ve bu düzenin devamını
istemektedir. O halde, onların, kurulu düzeni sarsabilecek hareketleri yoketmek
veya o hareketlerin gücünü zayıflatmak için ellerindeki bütün olanakları
kullanmaları çok doğaldır.
Bu saydığımız üç temel nedenle, Evrim
Teorisi’ne karşı kuvvetli bir karşı duruş vardır. Bu karşı duruşun kökü Amerika
Birleşik Devletlerindedir. Anti-Darwinizm hareketinin doğuşu ve gelişimi
Türkçe yayın organlarında da çok işlenmiştir. O nedenle, anti-Darwinizm
hareketini burada yeniden anlatmaya gerek görmüyoruz. Onun yerine, bazı
yayınlarda sözü edilmiş olmakla birlikte, konuyu daha az işlenen küresel
sermaye bağlantısıyla kısaca ele almak istiyoruz.
Canlıların ve evrenin nasıl ve neden
var oldukları insanlık tarihinin en büyük bilmecesi olmak yanında, toplumları
yönetmenin kolay bir aracı durumuna getirilmiştir. Evrenin 13,7 milyar yıllık,
dünyanın 7,5 milyar yıllık tarihi içerisinde canlıların ve hele hele insanların
var oldukları süre çok kısadır. Bu kısa süre içerisinde sürekli bir evrim
içinde olan canlılar arasında insan denen varlığın en akıllı olduğunu
savunuruz. Ama doğaya en iyi uyum sağlayan canlı olduğunu söylemek zordur.
Dünyamız geçmişte dördü çok büyük
olan çeşitli buzul çağları yaşamıştır. İlki MÖ 2.7 – 2.3 milyar yılları
arasında oluşan buzul çağlarının sonuncusu 10.000 yıl önce sona erdi.
10.000 yıl önce buzul çağı sona
ererken, insanoğlu yavaş yavaş tarıma geçti ve onun doğal sonucu olarak
yerleşik düzen kurmaya başladı. Yerleşik düzen, önce ihtiyaç fazlası üreten küçük
toplulukları (adına köy diyelim) sonra o ürünlerin başka mal ve hizmetle takas
edilebildiği ilk kentleri yarattı. 5.000 yıl önce Mezopotomya’da, Mısır’da
Hindistan’da ve Çin’de ilk kent-devletler ve ilk krallıklar oluştu. Artık,
insanoğlu doğadan çok şey öğrenmiş uygarlığa giden yola girmişti. Yazıyı icat
etti. Merkezi yönetimler kurdu. Aritmetik ve geometri yapmaya başladı.
Gökyüzünü inceledi, evrenin sırlarını keşfetmeye koyuldu, astronomiye temel
olan gözlemleri yaptı. Krallıkların kurulup yıkıldığı, dinlerin ortaya çıktığı,
savaşların, zaferlerin, yenilgilerin, salgınların, afetlerin ve gönençlerin
yaşandığı bu upuzun dönem, insanın bilgi ürettiği ve bilgiyi yeni kuşaklara
aktardığı, uygarlıkları yarattığı ve öteki canlıları alt ettiği bir dönemdir.
Bu dönem günümüze kadar uzanmıştır. Evrenin yaşıyla kıyaslandığında hemen hemen
hiç olan, ama insan ömrüyle kıyaslandığında çok uzun olan bir dönem...
Son buzul çağından sonra geçen bu
dönem, evrenin yaşına göre o kadar kısadır ki, o kısa dönemde Darwinizmin
söylediği tür değişimini farkedemeyiz. Ama insan aklının yarattığı toplumsal
düzen(ler)i görebiliriz.
BÜYÜDEN RUHLAR ALEMİNE
Önce büyü vardı. O, bütün kültür
biçimlerinden önce gelir. Voltaire göre büyücü, “Doğanın yapamadığı şeyi
yapmanın sırrını elinde tuttuğunu iddia eden” kişidir. Basit mantık, doğanın yapamadığını
yapabilen biri varsa, onun doğa-üstü bir güce sahip olmasını gerektirir. Bu
basit mantık, insan düşüncesini önce ruhlar alemine ve sonra kaçınılmaz olarak mutlak
yaratıcı’ya götürmüştür. Bu
yolda ilerleyen insanoğlu uygarlıklar kurup yıkarak farklı kültürler
yaratmıştır. Giderek bir kolu inanca bir kolu bilime dönüşen büyü, kültürlerin
kaynağıdır.
Mutlak yaratıcı’nın eseri varsayılan
her din, ulaşabildiği her yerde inanca dayalı bir düşünce sistemi ve ona dayalı
bir toplumsal düzen yaratacak güce erişti. Özellikle, kilise, insanlığı orta
çağ dediğimiz karanlığa sürükleyecek kadar güçlendi. Bu aşırı gücü, bir yerde
ters tepti ve aydınlanma (rönesans) dönemini yarattı. Kilisenin eski söylemlerinin
aksini ispatlayan bilimsel bulgularla beslenen bu dönem, kiliseyi ciddi zaafa
uğrattı.
Aydınlanma çağından sonra eski gücünü
toplamak isteyen kilise, bir yandan bilimin verilerini bir bir kabullenmek
zorunda kalırken, eski gücünü tekrar kazanabilmek için bitmez bir çabaya
girmiştir. Bu çabada onun en iyi eski silahı ölümden sonraki hayattır. O bilinmez hayatta vadedilen cennete
(veya cehenneme) girecekleri seçecek doğaüstü bir güce ve onun ilahi adaletine gerekseme
vardır. Bütün dinler mutlak yaratıcı gücü, yani yaratılış teorisini ortaya koyar. Ondan vaz geçildiği anda,
yaratılan o muazzam ruhlar alemi birden çökecektir. Yaratılış Teorisi ile Darwin’in Evrim Teorisi
bağdaşamadığına göre, inanç kurumları Evrim Teorisi’ne karşıt olmayı sürdürmek
zorundadırlar.
20 yy’da NEDEN EVRİME KARŞI AKIMLAR HIZ KAZANDI?
Bu sorunun yanıtı aşağıdaki basit
gerçekte yatmaktadır:
“Yeryüzündeki her insan avrupalı ya da kuzey amerikalı insan gibi
tüketse, dünya nimetleri insanlara yetmez.”
Onun için, insanların büyük
çoğunluğunu kendi kaderlerine razı edecek, onları biat ettirecek bir araca
gerekseme vardır. Küresel sermaye bu işte kullanılabilecek en iyi aracın din
olduğuna karar vermiştir.
Bu gün bütün dünyada evrim kuramına
karşı gelişen hareketin, çeşitli dinlere mensup fanatik bir azınlığın ortaya
koyduğu ve ısrarla savuna geldiği bir hareketten ibaret olduğunu kimse iddia
edemez. Çünkü, hareketin cesameti
fanatik bir azınlığın yaratamayacağı boyutlara ulaşmıştır.
Öte yandan, yaratılış kuramının arkasındaki gücün, siyaset adamlarının iddia
ettiği gibi, yalnızca, sade vatandaşın kültürüne işlemiş olan inanç özgürlüğü
isteminden kaynaklandığını söylemek de
çok yanıltıcı olur.
Gerçekte, bu gün bütün dünyada ve
özellikle gelişmemiş ülkelerde halkların öncelikli talebi haline getirilen ve “inancını özgürce yaşa” sloganı altına
gizlenen büyük oyunun, bütün insanlık için yaratabileceği tehlikeleri görmemiz
gerekiyor. Bu konuşmada, bu konuyu ana hatlarıyla açmak istiyorum.
Evrime karşıt olan gruplar bütün
dünyada iyi organize edilmiş ve büyük parasal destekler alan kuruluşlardır.
Geçtiğimiz yıllarda Washington Post gazetesinin yaptığı bir araştırmaya göre DI
(Discovery Institute), evrim karşıtı
görüşleri destekletmek için yılda 1 milyon doların üzerinde bir parayı
harcamaktadır. DI ‘nin yalnızca bağışlarla yürüyen bir kuruluş olduğunu
düşünürsek, harcanan büyük meblağların kaynağının ne olduğunu ve neden olduğunu
düşünmemiz gerektiği ortaya çıkar.
Köktendinci hareketin içinde yer alan
fanatik ayak takımı, inançları ve inançlarının içerdiği kutsal değerler için
savaştıklarını söylerler. Bu olgu hemen her dinde vardır. Bu fanatiklerin çoğu
söylemlerinde samimidir. Ama, onların dizginlerini ellerinde tutan liderlerin
amacı bambaşkadır. Rönesansla birlikte ortaya çıkan büyük aydınlanma
hareketinin arkasından gelen evrim kuramı, her şeyin sürekli değişmekte
olduğunu, dolayısıyla mevcut sosyo-ekonomik düzenin de değişebileceğini ve
hatta hızla değiştirilmesi gerektiği fikrini geniş halk tabakalarına yaydı. Dünyanın sosyo-ekonomik düzenini altüst
edecek bu düşüncenin önü alınmalıydı. Evrim karşıtı hareketlerin doğuşu ve
beslenişinin gerisinde yatan olgu budur.
Yukarıda belirttiğimiz gibi tarih
boyunca, inanç, insan topluluklarını kolay yönetmenin iyi bir aracı olarak kullanılmıştır.
Çok eski zamanlarda büyücülükle başlayan ve gelişerek bu günkü ruhani düzeye
ulaşan inanç sistemleri, hiç bir liderin hiç bir devlet yönetimin
başaramayacağı zor işi kolayca başarmaktadır. O nedenle, dünyada hiç bir
siyasetçi bu akımın önünde durmak istemez.
Dünya düzeninin değişmesini
istemeyenler, özellikle son iki yüzyılda bilimsel araştırmaların sonucunda
ortaya konan ve insanların yaşamını büyük ölçüde kolaylaştıran teknolojinin
karşısında durmanın imkansızlığını gördüler. O nedenle, akıllıca bir stratejiyi
ortaya koydular. DI ve benzeri kuruluşlar, doğrudan doğruya bilime ve bilimsel
metotlara karşı durmak yerine, bilimsel
materyalizme karşı olduklarını söylemeye başladılar. Bunu yapabilmek için
Darwinizm, Marksizm, Freudian psikoloji ve Einstein’in görelilik kuramı gibi
kuramlara karşı çıkmaya başladılar. Çünkü, bu kuramlar bir bütün olarak ele
alındığında evrenin ve canlıların oluşumu hakkında kutsal kitapların
söylediklerinini altüst ediyordu. O nedenle, geniş halk tabakalarına yayılması
mevcut düzeni kısa zamanda sarsabilirdi.
Peki, bu düşüncelerin halk
tabakalarına yayılması nasıl önlenebilir? Çok kolay, bilimsel düşünceyi yayan
kurumları ve araçları dizginlemekle. Nedir onlar? Elbette, geniş halk
kitlelerini eğiten örgün eğitim kurumları ve yaşadığımız çağda her bariyeri
aşan iletişim araçlarıdır. Adına medya demeye başladığımız gazete, dergi ve
TV gibi iletişim araçlarını zaptu rapta almak kolaydır. Bütün dünyada medya
parayla kontrol edilebilir ve hatta yönlendirilebilir araçlar haline
getirilmiştir. Okullara gelince, önce ABD okullarında Evrim Kuramı’ının
okutulmasının yasaklanması için çeşitli eyaletlerde yasalar çıkarılmıştır. Ama
bu yasalar her seferinde Federal Anayasa’nın laiklik ilkesiyle bağdaşmadığı
için Anayasa Mahkemesi kararlarıyla iptal edilmişlerdir. Bunun üzerine, evrim karşıtları, okullarda
evrim teorisinin karşıtı olan “yaratılış
teorisi” nin de okutulması için seferber olmuşlardır. Bazı eyaletlerde bu
amaçla çıkartılan yasalar gene anayasa mahkemesinin sağlam duvarını
aşamamıştır.
Burada ilginç bir saptamadan söz
etmek gerekiyor. Dünyanın pek çok ülkesinde, halk oylaması yapıldığında
okullarda evrim teorisinin değil, yaratılış teorisinin okutulması istemi öne
çıkar. Yapılan eğilim testlerinden anlaşıldığı üzere, Türkiye bu konuda dünyada
başı çekmektedir. ABD ikinci sıradadır. Birisi az gelişmiş olduğu için bilim ve
teknolojiden payını alamayan ötekisi dünyanın bilim ve teknoloji merkezi
sayılan iki ülke halklarının, inaç konusunda benzer eğilimler içinde oluşu, sosyolojik
açıdan araştırılmayı hakeden ilginç bir konudur.
Bu noktada kendimize sormamız gereken
bir soru var. Değişimi istemeyenler, neden bilimsel araştırmalara bilimsel materyalizm adını taktılar ve o
ad neden hedefe konuldu? Sanırım, burada bilinçsiz kitleleri avlama isteği var.
Bilindiği gibi “materyalizm”
sözcüğüne tarihsel olarak yüklenmiş önemli bir anlam var. Marksizm-Leninizm
ideolojisinde bu terim, üretim araçlarının sahipleri ile o araçları kullanarak
üretim yapanlar arasındaki çelişkileri kapsayan bir anlama sahiptir. Bu anlam,
dünyanın sosyo-ekonomik düzeninde büyük bir değişimi öngörüyor. Öte yandan,
çeşitli neden ve araçlarla dünyanın büyük bölümünde materyalist ideolojiye
karşıt hale getirilmiş halk kitleleri vardır. Bu kitlelere materyalizm karşıtlığını
ifade eden sloganlarla erişmek kolaydır. Böylece bir yandan bilimin öngördüğü
değişim yavaşlatılacak veya mümkünse durdurulacak, öte yandan psikolojik olarak
hazır kitleler değişim karşıtı ideolojilerle beslenebilecek. Bir taşla iki kuş
vuracağı için bu strateji çok akıllıca sayılır.
Zaten bu akımın adına sonradan “akıllı tasarımcı” denildi. Bu terim,
gizil olarak “yaratılış teorisi” ndeki
yaratıcı (tanrı) yerine konulmuş gibi algılanıyor. Ama o terimi koyanlar, son iki yüzyılda ortaya çıkan inkar edilemez
apaçık bilimsel bulguları karşıya almayan bir düşünce hareketi yaratmak istediler.
Evrenin ve canlının henüz açığa çıkarılamayan ve bize kaos gibi görünen gizleri “akıllı
tasarımcı” ya havale edildi. Başka bir deyişle, o muazzam kaosu düzenleyen ve
işleten akıllı tasarımcı’dır. Çok sayıda bilim adamının da katıldığı bu stratejide
sunulan “akıllı tasarımcı” nın, “yaratılış teorisi” ndeki yaratıcı (tanrı) dan
bir farkı olabilir mi? Belki ölümden sonraki hayata karışmamak inceliğini
gösteren bir tanrıdır.
DI psikolojik materyalizm yerine idealizm
’i koymak istiyor. Burada idealizm terimine yüklenen önemli bir anlam var. Onlara
göre, içinde yaşadığımız doğa ancak düşüncelerimizdedir. Doğayı gerçekte olduğu gibi asla anlayamayız.
Evrenin bilim tarafından asla keşfedilemeyecek temel yasaları vardır. O
yasaları bilemeyeceğimiz için dünyanın gidişini anlayamayız ve o gidişi
değiştiremeyiz.
İdealizm, yeni bir kadercilik
anlayışıdır. Herkes akıllı tasarımcının verdiğine razı olmalı, dünya düzenini
değiştirmeye uğraşmamalıdır.
Elbette, DI bu görüşü ortaya atmakla
kalmaz. O görüşün hayata geçebilmesi için, bilimin açtığı ufukların bir bir
kapatılması gerekir. Bunun için gerçekten akıllıca bir tasarım yaptılar. Adına “kama” (wedge) dedikleri bir taktiği
uygulamaya koydular. Baltayla odun kıyanlar iyi bilirler. Lifleri iç-içe geçmiş
odun kütüklerini parçalamak çok zordur. Öyle durumlarda kama kullanılır.
Kütüğün kenarlarında zayıf görülen bir yerine kama çakılır. Kama o zayıf
parçayı kütükten koparır. DI bunu bilime ustalıkla uyguluyor. Darwinizm, Marksizm, Freudian psikoloji ve
Einstein’in görelilik kuramı gibi tartışma konusu yapılabilecek kuramların
üstüne gidiyor ve onları bilimden birer birer koparmaya çalışıyor. Darwinizm, onlara göre kütükten
koparılması gereken ilk parçadır.
Neden Darwinizm ilk
hedeftir? Bunu yorumlamak zor değildir. Darwinizm bütün kutsal öğretilerdeki yaratıcı
(tanrı) kavramı yerine evrimi koymuştur. Kitlelerin kültürlerine
sinmiş inançlara ters düştüğü için, bir yerde bilimin toplum katlarına
yaygınlaşması hareketindeki zayıf bir halkadır. Öte yandan, Darwinizm, çevre
koşullarının değişimine bağlı olarak canlı türlerinin değişime uğradığını
söylüyor. Başka bir deyişle, evrimi yani değişim kavramını esas alıyor. Değişim
kavramı, türlerin değişimi gibi masum bir düşünceye hapsedilemeyeck bir
potansiyele sahiptir. O potansiyel, dünyanın sosyo-politik ve sosyo-ekonomik
yapısını değiştirecek gizil bir güçtür. Yerküreyi yöneten büyük güçler bu
tehlikenin farkına varmıştır ve o tehlikeyi önleme çabası içine girmiştir. Bu
işi yaparken, bilimin ortaya çıkardığı teknolojiyi yadsıyamadığı için oldukça
zor bir işle karşı karşıyadır. Günümüzde, söz konusu değişimi yavaşlatmak veya
mümkünse tamamen durdurmak için, küresel güç bütün iletişim araçlarıyla vahşi
bir taarruzu gerçekleştirmektedir. Geniş halk kitlelerini bilimsel görüşlerle
(bilimsel materyalizm) değil, idealizm ile beslemenin yolları aranmalıdır.
Öncelikle, değişim yerine statükoyu, bilim yerine fantaziyi, evrim yerine
kutsal inançları koymak gerekir. Bunu bütün dünyada başarıyla
gerçekleştirmektedirler.
Bu hareket yeni başlamış
değildir. Önce inanç kurumlarının (çoğunlukla kilise) evrim kuramına karşı
çıkışıyla başlayan hareket, kısa zamanda bayrağı, kendi geleceğini tehlikede
gören burjuva sınıfına vermiştir. 1934 yılında R. Palme Dutt, burjuvazinin bilime karşı ayaklandığını, ama
bu ayaklanışın burjuvazinin yokoluşunu ancak geciktirebileceğini yazıyordu.
Bu gün evrim karşıtı
hareket, yalnızca evrimi ortaya koyan evrimsel biyolojiye karşı olmakla
yetinmiyor. Onun yanında biyolojinin nörobiyoloji, genom, hücre biyolojisi gibi
diğer dalları yanında, astronomi, fizik, kimya, çevre, tıp, sosyal ve hatta
siyasal alanlardaki bir çok bilimsel faaliyetlere de karşıdır. Bu karşı duruş,
ister istemez, çağın ileri teknoloji ürünlerini kullanmaya yatkın geniş halk
kitlelerinin talebiyle ciddi ölçüde çelişiyor. Hatta, bu ürünleri üreterek ve
satarak birikimini artıran sermayenin hedefleriyle de çelişiyor. Bilimi bir
yana bırakınca, teknoloji gelişebilir mi? Bu çelişki, bilimsel materyalizmi
karşısına alan üstün gücün açmazıdır.
Bilimsel araştırmalar, kabaca ikiye ayrılabilir:
1.
Temel
araştırmalar
2.
Uygulamalı
araştırmalar
Temel araştırmalar bir
doğa olayının “neden” meydana geldiğini araştırır. Uygulamalı araştırmalar ise,
o olayın nasıl meydana geldiğini
araştırır ve o bulgulara dayalı teknolojiyi yaratır. İyi bir
teknolojinin ortaya çıkması için temel ve uygulamalı araştırmaların ard arda
yürümesi gerekir. Temel araştırmalara dayanmayan bir teknoloji ameli (empirical)
olma düzeyini aşamaz.
DI ‘ın hedef seçtiği
biyolojideki temel araştırmalar kutsal söylemlerin asıl sermayesi olagelen
yaşamı, ölümü ve değişimi yaratan nedenleri bulma peşindedir. Basitçe
söylersek, canlının temel yapı taşı olan hücrenin yapısını araştırmaktadır. Onun
ortaya koyduğu bulgular doğrudan halka yansımaz. O bulguların uygulamalı
araştırmalarla desteklenip teknolojiye dönüştürülmesi, özellikle tıp alanına
uygulanması ayrı bir çabayı ve zamanı gerektirir. Bu tür araştırmalar, genellikle kamu desteği
ile yürütülen pahalı işlerdir. O nedenle, onların üzerine gidilmesi,
araştırmaların hızının kesilmesi veya tamamen durdurulması, geniş halk
kitlelerinin ani tepkisini çekemez. Bunu bilen evrim karşıtları, bu tür
araştırmaları fütursuzca hedeflerine alabilirler. Bunu yaparken, bilime değil,
bilimsel materyalizme karşı oldukları iddiasına geniş halk kitlelerini kolayca
inandırabilirler.
Darwinizm’e ve daha genel
olarak değişime karşı duruş, kaçınılmaz değişimin bir ürünüdür. Bir yandan
hızlı nüfus artışı yaşam kaynaklarının hızlı tüketimine yol açarken, bilgiyi ve
üretim araçlarını ellerinde tutan ülke halklarının yaşam düzeyleri ile bunlara
sahip olamayan ülke halklarının yaşam düzeyleri arasında aşılamaz uçurumlar
yaratmıştır. O kadar ki, bu gün avrupa ve kuzey amerika kıtasında yaşayan insanların
tüketim alışkanlıkları bütün dünya insanlarına yayılacak olursa, dünya
nimetleri (besin, su, enerji, maden vb) yetersiz kalacaktır. Yaşam
düzeylerinden fedakarlık etmeyen gelişmiş ülke halkları, dünyanın mevcut
sosyo-ekonomik düzenini mümkün olduğunca uzun süre devam ettirmeye
çalışacaklardır. Değişime karşı duruşun asıl nedeni budur. Ironik olan şey,
değişime karşı duruşun Tanrı’nın buyruğu olduğu yalanına en çok inananlar, dünya
nimetlerinden en az pay alan yoksul ve eğitimsiz kitlelerdir. Afrikalı bir
liderin söylediği gibi, şimdi o yoksul insanların ellerinde kalan tek şey
kutsal kitaplarıdır. Ona sımsıkı sarılıyorlar; çünkü o kutsal kitap, onlara, bu
dünyada elde edemediklerini öteki dünyada elde edeceklerini söylüyor.
Görünüş odur ki, ülke
halkları yoksul ve eğitimsiz kaldığı ölçüde bilimsel gerçeklerden uzaklaşıp hurafelere
sığınmaktadır. Din-siyaset-ticaret
koalisyonu, dünyanın bir yarısında sürüp giden cehaletin ve yoksulluğun sürüp
gitmesi için ellerindeki bütün olanakları kullanmaya devam edeceklerdir. Bunu
yaparken sanat ve edebiyatı da akıllıca kullanmaktadırlar. Sanat, son 2000
yılda Yaratılış Kuramı’na verdiği desteğin çok azını bilime verme cömertliğinde
bulunursa insanoğlu bilimsel bir çağa girebilir. Bilim adamları bunu yalnızca
umut etmekle kalmayıp, talep etmek durumundadırlar.
KAYNAKLAR
1. Bilim
ve Gelecek, Bilimin Safsataya Yanıtı, Sayı:38, Nisan 2007.
2. Dawkins, Richard: Gen Bencildir, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları,19 - Ankara, 1995.
3. Eagleton, Terry: Postmodernizmin Yanılsamaları, Ayrıntı Yayınları –İstanbul, 1999.
4. Feynman, Richard: Fizik Yasaları Üzerine, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları,12 - Ankara, 1995.
5. Kence, Aykut: Yaratılışçılar Nereden Nereye, Bilim ve Gelecek, Sayı:39, Mayıs 2007.
6. Komisyon: Felsefe, TÜSİAD – İstanbul, 2002.
7. Muller, Herbert J.: The Uses of The Past, New American Library - New York, 1952.
8. Sagan, Carl: Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları,85 - Ankara, 2004.
9. Smedes, Taede: The Cultures of Creationism:
Anti-Evolutionism in English-Speaking Countries, Ars Disputandi Volume 5
(2005) ISSN: 1566_5399
10. Watson, James D.: İkili Sarmal, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları,2 - Ankara, 1993.
11. Westfall, Richard S.: Modern Bilimin Oluşumu, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları,4 - Ankara, 1995.