21.yy’da Yeni Dünya Düzeni ve Eğitim1

(Bir Utopia)

Prof.Dr.Yıldırım Omurtag Prof.Dr.Timur Karaçay

Robert Morris University Başkent Üniversitesi

omurtag@rmu.edu tkaracay@baskent.edu.tr



Eğitimin Değişen Rolü

Klasik anlamda eğitimin rolü, çocuğun bilgi ve becerilerini artırarak onu hayata hazırlamaktır. Ama, çağımızda eğitimi kimse bu dar anlamıyla görmüyor. Eğitim sistemi, bu klasik rolünün yanında, geleceğin sosyo-ekonomik yapısını da şekillendirme rolünü üstlenmiştir.

Her ülkenin eğitim sistemi, o ülkenin geleceğini belirler. Çağdaş bilgi ve teknolojiye sahip olmayan bir ülkenin ekonomik bağımsızlığını ve hatta siyasal bağımsızlığını koruyabilmesi olanaksız olduğu gibi, 21.yüzyılda giderek globalleşecek olan dünyada, evrensel değerleri olmayan bir eğitim sisteminin ulusal idealler gerçekleştirmesi de olanaksızdır.

İnsanoğlunun çağlar boyunca özlemini çektiği barışı, özgürlüğü, refahı ve sosyal adaleti sağlamanın başlıca aracı eğitimdir. Yeryüzünden yoksulluğu, ayrımcılığı, cehaleti, kıyımı ve savaşı kaldırmak istiyorsak, bu işe eğitimle başlamak zorundayız. 20.yüzyıl, büyük sosyo-ekonomik gelişmeler yanında, kaynakların paylaşımının doğurduğu büyük savaşlar ve çalkantılarla dopdolu geçti. 21.yüzyılın da benzer felaketlerle geçmemesi için, bütün ülkeler eğitim felsefelerini yeniden gözden geçirmelidir. O nedenle, 21.yüzyıla girdiğimiz şu sıralarda, dünyada nasıl bir eğitim sistemi kurmamız gerektiğini derinlemesine tartışmalıyız.

Eğitim Felsefesi ve Utopia

Eğitimin uzun vadeli geleceği üzerinde konuşurken utopik düşüncelere girilmesi kaçınılmaz olur. Çünkü toplumsal ve ekonomik değişimlerin nasıl olacağını kesinlikle belirleyen bilimsel yasalar olmadığı için, onlara dayalı olarak değişim gösterecek olan eğitim konusunda da kesin öngörüler yapılamaz. O nedenle, çoğunlukla söylenenler, söyleyenin arzularına ya da umutlarına dönüşme, dolayısıyla ütopik olma olasılığını daima taşır. Öte yandan, işin böyle olması çok kötü değildir. Gelecek için evrensel değerleri yakalayabilmiş düşüncelerden doğan umutların tutarlı bir düşünce sistemi olarak ortaya konulması, eğitimcileri, politikacıları ve kamuoyunu yüksek hedeflere yönlendirebilir. Bunu başaran düşünce sistemlerine ya da umutlarına “eğitim felsefesi” demek yanlış bir niteleme olmayacaktır.

Geçmisten geleceğe

21.yy’da geçerli olabilecek bir eğitim felsefesini ortaya koyabilmek için, içine girdiğimiz bu yüzyılın dünyayı nasıl biçimlendirebileceğini doğru kestirebilmemiz gerekir. Bu kestirimi yapabilmek için de biraz gerilere bakmakta yarar vardır. İnsanlık ondan ders alsa da almasa da “tarih asla tekerrür etmez”. Ama geçmişe bakarak , gelecek hakkında daha doğru tahminler yapabiliriz.

Antik çağlarda sistemli öğretim yapan toplumlar üstün uygarlıklar yaratmışlardır. Elbette, buradaki ‘sistemli eğitim’ deyimi, günümüzdeki gibi toplumun her bireyini eğitmeyi amaçlayan ve devlet eliyle yürütülen ‘örgün eğitim’ deyimine karşılık değildir. Özellikle Önasyada, Ege Denizinin iki kıyısında oluşan uygarlıklar, belli alanlarda üstün yetenekli kişilere eğitim veren okullar kurdular. Bu okullarda üretilen bilgiler, insanlığa bırakılan büyük miraslardır.

Yüksek etik, inanç, bir sınıf, bir ırk ya da devlet adına, düşünceler üzerine sınırlama konulduğunda bilgi üretimi durmuş, çoğunlukla savaşlar çıkmıs, uygarlıklar gerilemiş ya da yok olmuştur. M.Ö. 2000 li yıllardan başlayan ve M.Ö. 300 lu yıllarda doruğa ulaşan mantıksal düşünce sisteminin nasıl olup ta M.S.1400 yıllarına kadar durduğunu başka türlü açıklamak zordur.

Tarih ve kültür derslerinde, bize, Rönesansı resim, heykel ve mimarlıkta harikalar yaratan bir dönem olarak öğrettiler. Oysa, çocuklarımıza Rönesansın gerçekte ne olduğunu öğretmeliyiz. Rönesans, 14 yüzyıl boyunca yüksek etik, devlet ve inanç uğruna dizginlenen aklın başkaldırısıdır; yeniden düşünmeye ve bilgi üretmeye başlamasıdır. Bu iş hiç kolay olmadı. Asıl nedenleri ekonomik olsa bile, inanç (din, mezhep) ya da milliyet duygularına dayandırılan savaşlar daima büyük acılara ve felaketlere neden olmuştur.

Rönesansla başlayan hareket bir yandan modern bilimi yaratma yolundaki önlenemez yükselişini sürdürürken, öte yandan, önceleri inanç, sonraları buna eklenen milliyetçi akımlar insanlığa acı ve yoksulluk getiren savaşlara neden olmuşlardır. 18.yüzyıldan başlayarak 20.yüzyıl boyunca kurulmaları devam eden milliyetciliğe dayalı küçük devletlerin bir çoğu halklarının refahını sağlayamamıştır. Halkın memnuniyetsizliğini geri plana itmek isteyen yeteneksiz diktatörler, çoğunlukla ‘milliyetçilik’ ve ‘inanç’ duygularını kabartarak komşu ülkelerle çatışmalara girişmişlerdir. Özellikle, eğitimin yeterli olmadığı ve dolayısıyla demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla tam işleyemediği ülkelerde bu iş çok kolay yapılmaktadır.

Uzun süre totaliter rejimler altında kalan bir çok ülkede diktatörlüklerin devrilip yerlerine demokrasi kurulması yönündeki çabalar ilk önce başarılı olsalar bile, demokrasinin kurulup yaşatılması zor süreci çoğunlukla başarısız kalmıştır. Öyle görünüyor ki, demokrasiye geçiş sürecinde geçmiş deneyimler kullanılamamakta, her seferinde tekerlek yeniden keşfedilmektedir. Bunun başlıca nedeni toplumların eğitimsiz oluşudur. Hayal kırıcı bu olguyu az gelişmis ülkelerin kaderi olmaktan çıkarmanın biricik yolu, evrensel ülküler taşıyan eğitim sistemleridir.

Bir başka açıdan baktığımızda, II.Dünya Savaşından sonra eğitime ağırlık veren ülkelerin hızla kalkındığını ve sağlam demokrasiler kurduğunu; bunu yapmayan ülkelerin kalkınma yarışında yer alamadığını ve demokrasilerini olması gerektiği gibi işletemediklerini görüyoruz.

Dünya Nimetleri

Dünya nimetlerinin (isterseniz ‘dünyanın hammaddelerinin’ deyin) coğrafi dağılımı dengeli olmadığı gibi, paylaşımı da adil değildir. Özellikle, enerji ve yiyecek kaynaklarının ait olduğu ülkenin tekelinde olması gerektiğini ideal olarak düşünenler olsa bile, tarihte, bunun gerçekleşmesine asla izin verilmemiştir. Bundan sonra da verilemeyeceğini söylemek bir kehanet olmayacaktır. Ancak, kaynakların sömürülmesi için geçmişte uygulanan yöntemlerin bundan sonra da devam ettirilemeyeceği açıktır. İşte, 21.yüzyılda yeni dünya düzenini kurduracak asıl etmen budur.

Bu gün, zengin ülkeler dışındaki coğrafyada halkların yaşamlarından memnun olmadığı iyi biliniyor. Afrika’da, Güney Amerika’da, Uzak Doğuda, Orta Doğuda, Kafkasya’da on yıllardır süregelen savaşların, iç isyanların, terörün ve anarşinin kaynağı dünya nimetlerinin dengesiz paylaşımıdır. İnanç ve milliyetçilik duygularıyla kolayca körüklenen eğitimsiz yoksul kitlelerin, zengin ülkelerin halklarının rahatını kaçıracak kadar organize eylemlere girişebildikleri görülmektedir. Ancak, bu tür hareketlerin büyük dünya ekonomik düzenini bozacak boyutlara ulaşmasına izin verilemeyeceğini görmek için dış politikada uzman olmaya gerek yoktur.

Yeni Dünya Düzeni

II.Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan ve 1970 li yıllara dek etkisini sürdüren Soğuk Savaş döneminde, sanki dünya iki etki bölgesine ayrılıyor gibiydi. Bu olgu gerçekleşseydi, dünyanın her bir yarısı kendi sosyo-ekonomik düzenini kuracak ve kendi etki bölgesinde otoriteyi sağlayacaktı. Ama bu beklenti Sovyetlerin dağılmasıyla geçerliğini yitirdi. Böylece, insanoğlu, karşılıklı silahların eşitliğine dayalı bir ‘dehşet dengesi’ içinde yaşamaktan kurtuldu.

Şimdi sorulan endişeli yeni soru şudur: Dünyaya tek bir güç egemen olabilecek mi? Olursa, nasıl bir dünya düzeni kurulacak?

Buna verilecek yanıt utopik olmayı da aşıp kehanete dönüşebilir. Ama, kehanet sayılsa bile, bu yazı kendi içeriğine uygun tahminlerde bulunmayı zorunlu kılıyor. Eğer, dünyamız şimdiye dek görmediği büyük bir felaketle (III.Dünya Savaşı, nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların yaygın kullanımı, ozon tabakasının kontrol edilemez biçimde delinmesi, vb.) karşılaşmazsa, olabileceklerin senaryosunu yazabiliriz. Eğer bir felaket olacaksa, zaten o kendi senaryosunu yazmış olacaktır.

21.yüzyılın ilk yarısında, dünyayı iyi konulmuş kurallarla yönetecek bir gücün (ya da güçler topluluğunun) gerekirliği ortaya çıkabilir. Bunun alternatifi, ya bu gün dünyanın her bir yanında süregiden küçük savaşların, isyanların, terörün sürüp gitmesidir (ki bunların insanoğluna faturası çok ağır olmaya başlamıştır), ya da, Asya’da doğacak yeni bir güçle birlikte dünyanın yeniden bir dehşet dengesine girmesidir. İnsan aklının bu ikisine de izin vermeyeceğini umalım.

Unutmamak gerekir ki, II.Dünya Savaşında 50 milyon insan ölmüştür. Ama, II.Dünya Savaşından sonra, dünyada 150 den fazla savaş çıkmış ve bu savaşlarda 20 milyondan fazla insan ölmüştür. Bir süre önce yalnızca büyük devletlerin tekelinde olan nükleer silahlar, artık isteyen diktatörün arka bahçesine konulabilmektedir. Kimyasal ve biyolojik silahlar ise çantayla ve hatta mektupla taşınabilmektedir. Eğer bu durum bizi dehşete düşürüyorsa, ulusların egemenliği ilkesi ile insanoğlunun varlığına yapılan tehditler arasında akıllı dengeler aramak zorundayız.

Önkaygılarımızdan sıyrılıp sükünetle düşünmeye başlayınca, dünyayı yönetecek (iyi) bir gücün ortaya çıkmasının zorunlu olduğunu anlayacağız. Bu düşünceye alışmak için, Birleşmiş Milletlerin (B.M.) rolünden başlayalım. Sağduyu sahibi hiç kimse B.M.in varlığından rahatsız değildir. Aksine, gerekenleri yapabilme erkine sahip olmaması kaygı nedenidir. Bu haliyle bile, dünyanın dört yanında her gün patlak veren küçük savaşları, isyanları önlemeye, anlaşmazlıkları gidermeye çabalamaktadır. Bunun yanında eğitim, sağlık, doğanın ve kültürel mirasların korunması gibi konulara el atmaktadır.

Bütçesi ve yaptırım yetkileri artırılmış bir B.M. nin (ya da onun yerine geçecek bir kurumun) iyi konulmuş kurallarla yönetilmesi durumunda, ülkeler arasında çıkan anlaşmazlıkları savaşsız çözmesi, silah üretimini sınırlaması mümkündür. Bunun yanında, dünyada beslenme, sağlık, eğitim, doğayı koruma, kültür varlıklarını koruma gibi zor problemlere el atabilir. Böyle bir sistemde, ülkeler bütçelerinin büyük kısmını askeri harcamalara ayırmak yerine, halkın refah seviyesini yükseltmek için harcayacaklardır.

Nüfus Artışı

Bazı politikacıların ve inanç kurumlarının nüfus planlamasına karşı duruşları sürmektedir. Dünya nimetlerinin sınırsız olmadığını kavrayan ve biraz aritmetik bilen sağduyu sahibi her insan, dünyada bir nüfus planlamasının gerekliliğini apaçık görebilir. Güvenli bir barış ortamında, akılcı bir nüfus planlamasıyla birlikte yürütülen dengeli bir dünya ekonomisi refahta büyük artışa yol açar. Beslenme, eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim gibi sorunlar kısa sürede yeterli biçimde çözülür ve çözümler kalıcı olur.

Özgür Eğitim Yoktur

Dünyada eğitim sistemleri, ülkelerin geleceklerini belirleyen büyük birer endüstridir. Böyle büyük bir endüstriyi kendi çıkarlarına uygun yönetmek isteyen kurumların varolması doğaldır: devlet, inanç kurumları, ekonomiyi ellerinde tutan tröstler, ana-babalar, eğitimciler ve öğrenciler, vb. hemen aklımıza geliverenlerdir. Bunların etkileri ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, en büyük etkinin devletten, en azının da öğrenciden geldiğini kabul edebiliriz. Çoğu ülkede, milli gelirin %7 si eğitime ayrılır. Böylece, devlet, gelecek kuşakları istediği gibi eğitme hakkına sahip olur. Devletin doğmalarının önce okullarla, sonra da basın-yayın yoluyla (kitap, gazete, dergi, radio, TV) topluma aşılaması daha kolaydır. Bu nedenle, her devlet yurttaşlarının okur-yazar olmasını içtenlikle ister. Ülkelerin çoğunda, yönetim basın-yayını kontrol eder. Öte yandan, inanç doğmalarının eğitimsiz kişilere aşılanması çok kolaydır. Onun için, inanç kurumları halkın eğitilmemiş kalmasına daha yatkın olurlar. Ama, çağımızda bunu dile getirme ve başarma şansı yoktur. Bunun yerine daha akıllı bir yol seçilir. Genelde tutucu olan kamuoyu desteğini yanına almayı kolayca başaran inanç kurumlarının devlet üzerinde oluşturduğu baskı sayesinde, eğitimdeki etkilerini günden güne artırmayı başardıklarını görüyoruz. Bu yol bir kez açıldıktan sonra, inanç kurumları arasında en radikal olanların yarışta öne geçmeleri önlenemez. Hiristiyan ülkelerde katolik kilisesinin eğitim sistemindeki etkisi diğer kiliselerden fazladır. Diğer dinler için de benzer rolü radikallerin kolayca üstlendiklerini görüyoruz. Tarih boyunca, nasıl ki hukuk sistemleri mevcut statükoyu korumak için varolmuşsa, inanç kurumları da aynı amaca hizmet edegelmiştir. Dünya nimetlerinin eşit paylaşıldığı bir dönem hiç olmamıştır. Oturmuş bir toplumsal sistemde hak ettiklerini elde edemeyenlerin kaderlerine boyun eğmelerini sağlayan kurumlara gereksinim vardır. Yüksek etik içerdiği sanısı verilen gelenekler, hukuk sistemleri, inanç kurumları ve eğitim bu rolü başarıyla oynayagelmistir. Dışlanmıs olanların da kendi paylarını isteme olasılığını (tehlikesini) gidermek için, demokrasilerde var görünen “fırsat eşitliği” ilkesi çok işe yarar. Başlangıç koşullarını görmezden geldiğimiz sürece, bu ilke kamu vicdanı denen şeyi oldukça rahatlatır. Gerçekten de, Anadolu’nun bir köyünde çobanlık yapan bir çocuğun günün birinde başbakan olması ya da Teksas bozkırında sığırtmaçlık yapan birinin başkan olması sistemin zaferidir.

21.yüzyıl Eğitiminin Duyarlı Problemleri

Herkese Eğitim: UNESCO istatistiklerine göre, bu gün dünyada hiç okuma-yazma bilmeyenlerin sayısı 900 milyon, hiç okula gitmeyen çocukların sayısı 130 milyon ve zamanında önce okulu terkeden çocukların sayısı 100 milyondan fazladır. Bunlara ek olarak, bir çok ülkede yürütülen eğitim yetersizdir. 21.yüzyılın ortalarına doğru, dünyada herkesin yeterli eğitim almış olacağını umut edebilmeliyiz. Burada ‘yeterli eğitim’ deyimi açıklanmalıdır. İnsan içinde yaşadığı dünyayı, kültür, inanç ve geleneklerinin kaynağını, bilim ve teknolojinin ona sunduklarını, işini iyi yapabilmeyi, insan olarak değerini; yani onun hayatını çevreleyen şeyleri bilebilmesi için eğitilmelidir.

Yaşamboyu Eğitim: İçinde yaşadığımız çağda bilim, teknoloji, sosyo-ekonomik yapı hızla değişiyor. Bu değişime bağlı olarak, sıradan insanların gündelik yaşamda gereksinim duydukları bilgiler hızla artıyor. Dolayısıyla, eskiden olduğu gibi, okulda öğretilen bilgiler insanların yaşamları boyunca yeterli olmamaya başlıyor. Yalnızca iş ve meslek değiştirdikçe değil, değişen sosyo-ekonomik yapıdaki gündelik yaşamda da yeni bilgilere gereksinim olacaktır. Dolayısıyla, yetişkinlerin de eğitilmeleri gerekiyor. Yetişkin insanların hepsini sürekli eğitim programlarıyla eğitme olanağı olmadığına göre, çocuklar okullarda öncelikle ‘öğrenmeyi öğrenme’ lidir. Öğrenmeyi öğrenen ve bunu bir alışkanlık haline getiren çocuk, yetişkin olunca da kendisine gerekli olan yeni bilgileri sürekli öğrenebilecektir. Yaşam boyu eğitim budur. ‘Yaşam boyu eğitim’ yalnız birey için değil, toplum için de gereklidir. ‘Öğrenmeyi öğrenen’ bireylerden oluşan toplum ‘öğrenen toplum’ dur, çağa ayak uydurabilen toplumdur.

Birlikte Yaşam: Küçülen dünyada dil, din, ırk, coğrafya farkı gözetmeksizin birarada yaşamak zorundayız. Başka insanların sosyal değerlerinin (tarih, kültür, inanç, gelenek vb.) onlar için, en az bizimkiler kadar değerli olduğunu; onların da dünya nimetlerinden yararlanma haklarının bizim ki kadar yüce olduğunu bilmeliyiz. Tarih kitaplarımız çocuklarımıza başka ülkelere düşmanlık yerine dostluk ve barışı aşılamalıdır. Bertrant Russel’in deyişiyle, ‘İngilizlerin tarih kitaplarını Fransızlar, Fransızlarınkini İngilizler yazsaydı, bu iki komşu ülkenin halklarının birbirlerine bakışı çok farklı olurdu’. 21.yüzyıl eğitimi, bütün insanlara birarada yaşamayı öğretmek zorundadır.

Mevcut sosyo-ekonokik yapı içindeki konumları iyi olanların bu yapıyı korumak istemeleri doğaldır. Bu istek bireyde ve toplumda gelenekciliği ve muhafazakarlığı doğurur. Öte yandan yeni sosyo-ekonomik yapıda daha iyi bir konuma gelmek isteyenler (liberaller) değişimden yanadır. Tarih boyunca süregelen bu çıkar çatışması, önümüzdeki on yıllarda hızını kesmeyecektir. Bu değişimin toplumlarda sarsıntıya yol açmadan gerçekleşmesini sağlamak eğitimin görevidir.

Evrensellik: Bir zamanlar Çin imparatoru Roma imparatorunun ne yaptığını bilmez ve onu hiç ilgilendirmezdi. Ama bu gün Çin’deki bir sel baskınını Roma’daki bir tüccar anında öğrenip sattığı malların fiyatlarını ayarlayabilir. Bireyin ve toplumun yaşamını yakından ilgilendiren bilim, teknoloji, kültür, sanat, eğitim, sanayi ve ticaret her geçen gün biraz daha globalleşiyor. Bu değişim, ister istemez, başka değişimleri gerekli kılıyor. Toplumun yaşam biçimi değişiyor. Değişim ne kadar hızlı olursa, toplumlar arasındaki ve bir toplum içindeki çıkar çatışmaları o kadar artıyor. Bu olgu geçmişte ‘somürgecilik’, ‘kuşaklar arası çatışma’ ya da ‘kültür emperyalizmi’ deyimleriyle nitelenen olgulardan çok farklıdır. Önümüzdeki on yıllar içinde eğitimin çözmesi gereken en zorlu problem budur. Bireyin ve toplumun öz değerlerini koruyarak, globalleşen dünyada hak ettiği yeri yadırganmadan almasını sağlamak.

Fırsat Eşitliği ve Yetenek Çatışması: Yaşamın her alanında yeteneklerin öne çıkması doğaldır. Bilim, eğitim, sanat, spor, teknoloji, sanayi, ticaret, vb. alanlarda gelişme ve ilerlemeleri sağlayanlar yetenekli kişilerdir. Onlar arasındaki yarış olmasaydı, gelişmeler ve ilerlemeler bu kadar olamazdı. Her eğitim sistemi ve her toplum, yeteneklere ayrıcalık tanımıştır. Ancak bu ayrıcalık sınırsız olduğu zaman, yetenekliler ile sıradan insanlar arasında uçurumlar doğmaktadır. Bu uçurumu yoketmek için, demokrasiler ‘fırsat eşitliği’ ilkesini koymuşlardır. Bu ilke, toplumda herkese hakettiği sunuluyor sanısını veriyor. 21.yüzyıl eğitimi de, kendinden önceki gibi, yeteneklere tanınan ayrıcalıklarla, ‘fırsat eşitliği’ ilkesi arasında toplumların kabul edebileceği bir dengeyi sürdürmek zorundadır.

Hangi Bilgi? Eğitimin geniş kitlelere yayılması, bilimsel çalışmaların artması, informasyon araçlarının gelişmesi, insanoğlunu olağanüstü artan bilgi yığınıyla karşı karşıya getirmiştir. İnsanın öğrenme kapasitesini çok aşan bu bilgi yığını içinden kendisine en gerekli olanları seçip öğrenmesi gerekir. Üstelik, gerekli bilgiler de değişime uğramaktadır. Eğitim programlarının sürekli düzenlenmesi, öğretilecek yararlı bilgilerin seçilmesi ciddi çalışmaları gerektiren bir konu olacaktır.

Maddiyat-Maneviyat Çatışması: Materyalist felsefe ile moral değerleri öne çıkaran felsefeler arasındaki çatışma, geçen yüzyıllardan 21.yüzyıla çözülemeden gelen bir problemdir. Yeni yüzyılın da buna kolay çözüm getirmesi beklenemez. Giderek azalsa bile, birey ve toplum için moral değerler varlığını korumayı sürdürecektir.

Doğayı Koruma: Geçen iki yüzyılda bilinçsizce tahrip ettiğimiz doğayı korumak dünyanın çok önemli problemlerinden birisi haline gelmiştir. Eğitim her bireye ve her topluma bu bilinci aşılamalıdır.

Tarih ve Kültür Değerlerini Koruma: Dil, din, ırk ayrımı yapmadan, tarih ve kültür değerlerinin korunması gerekir. Çünkü onlar bir daha yaratılamazlar ve bize insanlığın uygarlıklar kurup uygarlıklar yıkarak bu güne gelişini anlatır.

Sonuç: Tarihte, her yüzyıl kendi koşullarıyla sosyo-ekonomik ve politik modeller yaratmıştır. 20.yüzyıla ulaşana dek, bunların oluşumunda kitlesel eğitimin katkısı çok azdır. Ama, 21. yüzyılda kitlesel eğitim dünyamızın sosyo-ekonomik ve politik gidişine yön verecektir. O nedenle, bu gün ütopik sayılacak düşünceler evrensel değerler taşıyorsa, yarın hayata geçebilirler.

KAYNAKLAR

  1. Banks, J. (1981). Education in the 80s: Multiethnic education. Washington, D.C.: National Education Association.

  2. Banks & C. Banks (Eds.), Multicultural education: Issues and perspectives. Boston: Allyn and Bacon.

  3. By Steve Hoenisch, Durkheim and Educational Stems, Internet.

  4. Davidman, L., & Davidman, P. (1997). Teaching with a multicultural perspective: A practical guide. New York: Longman.

  5. Doll, W.E. (1993). A post-modern perspective on curriculum. New York: Teachers College Press.

  6. Graziella Bertocchi and Michael Spagat ,The Evolution of Modern Educational Systems. Guilford, J. P. (1967). Nature of human intelligence. New York: McGraw-Hill.

  7. Hare, W. "Bertrand Russell on critical thinking", Twentieth World Congress of Philosophy, Boston, August 1998.

  8. Hare, W. "Reflections on some contemporary educational slogans", International Review of Education 36, 1, 1986: 71-83.

  9. Jay L. Lemke, Complex Systems and Educational Change, Internet.

  10. Joseph S Zaccaria, Approaches to Guidance in Contemporary Education, Natl Book Network, 1981.

  11. Kaori Okano, Motonori Tsuchiya, Education in Contemporary Japan: Inequality and Diversity, Cambridge University Press, 1999.

  12. Kohn, A. (1992). No contest: The case against competition. New York: Houghton Mifflin. Mary L. McNabb, Perspectives about Education, Internet.

  13. Mortimer J. Adler, The Crisis in Contemporary Education, The Social Frontier, February, 1939, Vol. V, No. 42, pp. 140-145.

  14. Nord, W. A., and Haynes, C. C. (1998). Taking religion seriously across the curriculum. Alexandria, Virginia: Association for Supervision and Curriculum Development.

  15. Ovando, C., & McLaren, P. (2000). Cultural recognition and civil discourse in a democracy. In Ovando & McLaren (Eds.), The politics of multiculturalism and bilingual education: Students and teachers caught in the cross fire. Boston: McGraw-Hill.

  16. "Russell's contribution to the philosophy of education", Russell: The Journal of the Bertrand Russell Archives 7, 1, 1987: 25-41. Reprinted in A. D. Irvine (ed.), Bertrand Russell: Critical Assessments Vol. 4 London: Routledge, 1998: 133-48.

  17. Serageldin, Ismail, Planning Educational Systems in Contemporary Islamic Societies, 1982. Margaret Bentley Sevcenko (ed), Higher-Education Facilities, Cambridge, Massachusetts : Aga Khan Program for Islamic Architecture.

  18. Schwab, J. (1982). Science, curriculum, and liberal education: Selected essays. Chicago: University of Chicago Press.

  19. UNESCO Eğitim Yayın ve İstatistikleri.

  20. V.C. Pandey. Delhi, Kalpaz , Contemporary Education, 2001, vii, 333 p , Vedamsbooks , 2004.



Prof.Dr.Yıldırım Omurtag, Dean Prof.Dr.Timur Karaçay

School of Engineering, Mathematics & Science Başkent Üniversitesi

Robert Morris University Fen-Edebiyat Fakültesi

6001 University Boulevard İstatistik ve Bilgisayar Bilimleri Bölümü

Moon Township, PA 15108, USA Bağlıca Yerleşkesi, Ankara, TR

1 Eğitimde Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu, Çağrılı Konuşma, Ankara Üniversitesi, 25 Eylül 2004.

10